30/08/2011

Dogani - Yemin bozduran film

Photobucket


Neden bahsettiğimi bilmeyen varsa şuraya bakın önce :) bildiğiniz gibi, Gong Yoo dizi çekene kadar 'pause' tuşuna basmıştık. Dikkatinizi çekerim ama 'stop' değil pause :) Son gelişmelerle birlikte yeniden 'play' tuşuna basma kararı aldım.


Gong Yoo yeni filmi Dogani ile ekranlara değil ama beyazperdeye dönüş yapıyor. Gerçek bir hikâyeden esinlenmiş bir romanın, romandan filme çekilmiş hali. Karışık mı oldu? Yazar Gong Yi Jung kitabı önce online yayınlamış ve oldukça ses getirmiş. Gong Yoo askerdeyken komutanı bu kitabın basılı bir kopyasını ona hediye etmiş. Tam senin tarzın diyerek. Gong YOO kitabı okumuş ve çok etkilenmiş. Askerdeyken son izin gününde yazarla görüşmüş ve bu kitabın filme çekilmesi için kendisini ikna etmiş.


Image and video hosting by TinyPic


İşitme engelli çocuklara uygulanan cinsel tacizi ve okulda öğretmen olan Kang In ho insan hakları gönüllüsü Seo Yoo Jin ile birlikte bu olayı açığa çıkarmak ve suçluların ceza almasını sağlamak için gösterdikleri mücadeleyi anlatıyor film.


Dogani ile romantik, sevimli prens imajını yıkıp her rolün adamı olduğunu göstermek isteyen Gong Yoo, karakterinin bir kahraman gibi gösterilmesini pek istemediğini ama kitaptan farklı olarak, filmde biraz daha bu yönde bir portre çizdiğini belirtiyor röportajlarında.


'Daniel Henney'nin rol aldığı 'My Father' filmi ile tanınan yönetmen Hwang Dong-hyeok, gerçek bir hikâyeye dayandığı için bu projeyi kabul etmekte tereddüt ettiğini ama daha sonra kabul ettiğini belirtiyor. Ayrıca Gong Yoo'nun oyunculuğunu başka bir tarafını gösterdiğini ve çok başarılı olduğunu ekliyor.


Que Sera Sera dan tanıdığımız Jung Yoo Min doğal oyunculuğuyla ön plana çıkan bir aktristmiş bilmiyordum :) Kendisi rolü canlandırırken, pek zorlanmadığını, çekimler sırasında çok fazla boş zamanının olduğunu söylüyor.


Film Kore'de 22 Eylülde vizyona girecek. Gişesi bol olur umarım. Bu arada bu kadar ciddi ve derin bir konuya dikkat çekmek istediği için Gong Yoo'yu tebrik ediyorum. Dizi çekmemesini de anlıyorum :) Böylesi bir rolün altından kalkmak için fiziksel ve psikolojik olarak hazırlanmak gerekiyor ve bu hazırlık süreci de zaman alıyor haliye. Söylenenlere göre hikâye yaşananların yalnızca yarısını anlatıyormuş. Buna rağmen Gong Yoo o kadar etkilenmiş ki; kimsenin aklında yokken bunun bir sinema filmi olmasını kendisi istemiş. Olanlardan sonra müdür dahil olmak üzere olaya karışanlar hapis cezasına çarptırılmış. Anladığım o ki çok sarsıcı ve 'rahatsız edici' bir film bizi bekliyor. Gong Yoo'ya hayran olmaktan öte çok iyi bir oyuncu olduğunda hiç şüphe etmedim ve bu rolün altında layığıyla kalktığına eminim. Merakla bekliyoruz ne diyelim.


28/08/2011

Neler İzledim...

REBOUND



Nobuko ilk gençlik yıllarını epey kilolu geçirmiş, yaşadığı büyük kalp kırıklığının ardından yetişkinliğe adım attığında zayıflayıp, hatta bir moda dergisinde iş bulur. Biraz 'Devils Wear Prada'daki Mirandayı hatırlatan bir patronu vardır ve çalışanları ondan deli gibi korkar.


Bu kız mesela iki hafta gibi kısa bir sürede 20-30 kilo veriyor. Sonra tekrar alıyor, sonra yine veriyor. Ne bir sarkma, ne bir hastalık hiç bir şey olmuyor Nobukomuza :) Akla mantığa ters tabii takılmadan izlemek lazım. 



Nobuko vakti zamanında çok lezzetli pastlar yapan bir şefin pastanesinin müdavimiymiş ve bu sayede hem çok kilo almış hem de yediği pastalar onu çok mutlu etmiş. Yıllar sonra dergide bir makale hazırlaması gerekince oğlu ile tanışıyor ve yine pasta tatması gerekiyor... Bu yeniden kilo almasını sağlayacak bir iş olduğundan çekiniyor önce ama sonra dayanamayarak yiyor. Yalnız tatmak diye bir kelime yok kızımızın sözlüğünde :) Afedersiniz öküz gibi yiyor. Benim diyen obez öyle yiyemez :) Ben yılların şişmanıyım onun yarısı kadar bile pasta yiyemem, bir kere bayar. Mantık aramayacaktık ama unuttum :D Neyse işte bu kilo alma-verme aşamasını anlatıyor dizi. Tabii bu arada pasta şefi ile aralarında bir yakınlaşma oluyor. Çocukluk hayali pasta fırıncısının gelini olmak. Peki başarabiliyor mu? Seyredin görün :) Eğer dış güzellik, iç güzellik konulu yapımlarını sevmiyorsanız beğenmeyebilirsiniz. Ama ben ilk kez bir Japon dizisi izlerken eğlendim. Yanınıza yiyecek bir şeyler alın izlerken çünkü o pastaları gördükçe insanın ağzı sulanıyor. Tavsiye ederim zaten 10 bölüm çerezlik hemen biter. Yalnız maalesef Türkçe alt yazısı yok ya da ben bulamadım.



QUE SERA SERA


(Ne olacak, olacak demek İspanyolca)



Öncelikle hayır kesinlikle hayır o sarışın kadının korkunç İngilizcesi ile söylediği şarkıyla alakası yok dizinin. Adı benziyor sadece :) Sevgili Kimbapsuşinin önerisi ile izledim onun güzel yazısı için buraya buyurun. Ama ondan önce benim Kdrama alemine Güney Amerika'dan çekip derinlere dalmasını sağladığım Raquel bahsetmişti bu diziden. Kendisi benim 'masterpiece' im :) Bir yerel bir uluslararası öneri alınca izlenmeli dedim ama çıktı gitti aklmdan. Geçenlerde yine Kimbap kız ile :) konuşurken aklıma geldi. Bu sefer unutmadan bakayım dedim.


Tae Joo zengin kadınlarla çıkan bir playboydur, kadınlar onu, o kadınları mutlu eder. Tabii ki hiç biri ile duygusal bir bağ kurmaz ve unutmakta zorlanmaz. Ancak bir gün kapısına gelen bir kız Han Soon kaderini tamamen değiştirir. Tesadüf eseri tanıştığı bu şapşal :) kızı kolay kolay unutamaz. Cha Hye Lin bir alışveriş merkezi sahibinin zengin, kibirli kızıdır. Moda sektöründe  çalışmaktadır ve aslında başarılıdır da. Oppa dediği beraber büyüdükleri Shin Joon Hyuk ile bir ilişki yaşamış ama engellerden dolayı ayrılmışlardır. Klasik olarak adam Amerikaya gitmiş (çünkü dünyada başka ülke yok :) ) ve yıllar sonra geri dönmüştür. Bu dördünün yolları bir noktada kesişir ve birbirlerinin hayatlarında köklü değişikliklere yol açarlar.


Que Sera Sera bildiğimiz anlamda Kore dizileri klişelerine yer vermiyor. Elbette başta biraz bu klişelerden besleniyor ama kesin şu olacak dediğiniz noktada yanılabiliyorsunuz ki bu güzel bir şey. Aşkla değişen, gelişen adamları-kadınları anlatan hikâyeleri seviyorum. Aşık olunan kişiden ziyade, karakterin kendi içindeki yolculuğu ve duygularını keşfi ve aslolanın aşkın kendisi olduğu vurgusu ön plana çıkıyor.



LİE TO ME



Yoon Eun Hye çok sevdiğim bir oyuncudur. Türkiyede Kore dalgasının yayılmasında payı büyüktür çünkü genç nesil 'Düilerimin Prensi' dizi ise ile kendisini tanıyıp, Kore'ye merak saldı. Kang Ji Hwan ise yakışıklı başka sözüm yok :D Şaka, şaka listemde yer almasa da severim kendisini.  Gelelim diziye Gong Ah Jung, Turizm Bakanlığında çalışan bir devlet memurudur. Annesini küçük yaşta kaybetmiş babasıyla yaşamaktadır. Üniversite yıllarında ki sevgilisi o zaman ki en yakın arkadaşı tarafından elinden alınmıştır ve yıllarca bunun ezikliğini yaşamıştır falan. Hyun Ki Joon da yine klasik olarak zengin, kibirli, yakışıklı ve bekâr bir 'chaebol' (Artık ne olduğunu biliyoruz bir çeşit Koç, Sabancı gibi zengin ailelerin varisleri.)  Tesadüfen karşılaşırlar (ahh o tesadüfler bizi neden bulmaz :) ?)  Aslında Sevgili Hikaru'nun cümlesini alıntılıyorum aynen. Bence diziyi net özetliyor.



Konusunu kısaca “eskiden platonik âşık olduğu adam arkadaşı tarafından elinden alınmış olan devlet memuru kızımız Ah Jung’un, kıskanç arkadaşını uyuz etmek amacıyla zengin bir adamla evli olduğu yalanını atması ve akabinde gelişen olaylar” diye özetleyebiliriz

Dizi 2010 da ve geçmişte tutan dizilerin bir kolajı gibi. Hepsinden biraz ortaya karışık yapmışlar. Hoş romantik sahneler var içinde. Hele dillere destan bir kola sahnesi var ki günlerce konuşuldu. Buna rağmen, öyle çok ciddi bir beğeniye ulaşamadı eğer oyuncular farklı olsaydı, belki de ilk bölümde bırakırdı millet seyretmeyi. Listeniz uzun, vaktiniz azsa es geçin derim. Zamanınızın bol olduğu bir günde, izleyecek bir şey bulamıyorum dediğiniz anda açın Lie To Me'yi seyredin. Dizi ile ilgili detaylı bilgi almak istiyorsanız Mydestiny ve Hikaruivy bloglarına alalım sizi :)


26/08/2011

Tutamayacağın Sözler Verme

Nedir tutamayacağım söz? Siz biliyorsunuz bence :) Ahh bir zaman hatası hepsi anladım. Sabrın sonu selamet der büyüklerimiz. Biliyorum ben, biliyorum beklediğime değecek. Hem benden beklenmeyecek bir performans sergilediğimi düşünüyorum. Yeterince uzak kaldım. Ben de insanım değil mi? Çok yakında yeni (den) paylaşımlara başlayacağım.


 

BOZUYORUM ULENNNNNNN YEMİNİMİİİİİ :)

24/08/2011

City Hunter - Lee Min Ho Şahane Gerisi Bahane :)

Bu yazımı sadık takipçilerimden ve tanıdığım en  büyük Lee Min Ho hayranı olan Harang-Besra'ya adıyorum :)


Image and video hosting by TinyPic


Bir aktör düşünün gözünüzün önünde büyüyor. Hem oyuncu olarak hem de genç bir erkek olarak. Boys Before Flowers'dan bugüne Min Ho kendini o kadar geliştirdi ki; her dizisinde bir basamak yukarı çıkıyor. Hiç gerilemiyor, hep daha iyi iş çıkarıyor oyuncu olarak.


City Hunter pek çok Kore dizisinde olduğu gibi Japonca bir mangadan uyarlanmış. Mangaka Tsukasa Hojo uzun bir süre dizi tekliflerini reddetmiş çünkü eserinin ekrana olabildiğince mükemmel yansımasını istiyormuş. Muhakkak istediği meblağda yüksek olduğundan,Japonlar bu talebi karşılayamamıştır. Bunlar benim kişisel fikirlerim elbette. Yazarın dizi çekimine izin vermesinde Lee Min Ho şekerinin payı da büyük deniliyor :)



City Huner yani Şehir Avcısı kendi halinde görünen bir dedektifin büyük şehirde suçla mücadelesini anlatıyor. Kendisi son derece çapkın,kadınların gözdesi olan Yoon Sung yıllar önce annesinden koparılmış, bir süre Taylandda yaşamış ve babasının en yakın arkadaşı, ilk gençlik yıllarında baba bildiği adam tarafından yetiştirilmiş. Gerçek babası ve 5 asker arkadaşı taşıdıkları önemli sır yüzünden öldürülmüş. Net hatırlamıyorum... Neyse Yoon Sung yıllar sonra Kore'ye geçmişin intikamını almak için dönüyor.


Bir dizide Lee Min Ho olur da duş sahnesi olmaz mı? Olamaz mıııı olabilirrr ha ha :))


Başkanlık ofisinde göreve başlayan Yoo Sung burada Kim Na Na ile yakınlaşıyor. Aslında Min Ho olmasaydı pek de izlemeye değer bulacağım bir dizi olmazdı City Hunter. O yüzden olay örgüsünü detaylandırmak istemiyorum. Ben en iyis bolca resim koyayım :)



Kim Na Na annesini bir trafik kazasında kaybetmiş. Aynı kazada babası komaya girmiş ve yıllardır hastanede olana babasının bir ümit uyanmasını bekliyor. Part-time işlerde çalışarak geçimini sağlamaya çalışıyor. Lee Yoo Sung ile de bu şekilde karşılaşıyorlar. Klasik 'aşk tesadüfleri sever' :P durumu. Bu oyuncuyu ilk kez bir ödül töreninde görmüş ve kocaman gülümsemesi ile çok güzel olduğunu düşünmüştüm. Sonra SSK Skandal dizisinde izledim. Bu güzeller, güzeli kızı erkek olarak görmek saçmaydı. Neyse son gelişmelerden haberiniz vardır. Kendisi bu dizide beraber rol aldığı biricik Lee Min Ho'muzla berabermiş. Bence sakıncası yok :D Kız tatlı, yetenekli de. Abuk, sabuk biri ile olacağına bu kızla olsun Lee Min Ho. Bu arada kendisi her daim ilk üçümdedir ;)



Bu sahnelerde gerçeklik payı olabileceği kimin aklına gelirdi :)


Yani izleyin bu diziyi anlatmayacağım daha fazla. Olay sadece ikisi arasında geçmiyor ama son gelişmelerin ışığında düzgün bir tanıtım yazısı yazamadım üzgünüm. Eh sizde mazur görün canım. Sevinmiş olabilirim ama şaşırmadığım anlamına gelmez :D Bu arada kuzum eline silah hiç yakışmıyor belirteyim istedim.

23/08/2011

Flaş Gelişme - Lee Min Hoo Ottoke


City Hunter dizisi tanıtım yazısını hazılarken, Twitterda gördüğüm haberle şok oldum ama sevindim de bir yandan. Her daim genç sevgili adayım Lee Min Ho :) ve City Hunter dizisindeki rol arkadaşı Park Min Young beraberlermiş. Lee Min Ho'nun ajansı haberi doğrulamış. Hiç de belli etmedilerdi. Kız çok güzel değil bence ama böyle akça pakça, kocaman gözleri var tam Korelilerin sevdiği gibi :) Ne diyelim Allah mutlu etsin...

20/08/2011

Aşk Tesadüfleri Sever -İncir Reçeli

Öncelikle belirtmek isterim ki ben ruhsuz değilim. :)


 

Bu uyarıyı yaptıktan sonra ilk filmimizi anlatmaya geçebilirim.



Aşk Tesadüfleri Sever


 “Aşk Tesadüfleri Sever”, doğumlarından itibaren çocukluk ve ilk gençlik yılları boyunca yolları Ankara’da kesişen, 2010 yılında İstanbul’da tanışan Özgür (Mehmet Günsür) ve Deniz’in (Belçim Bilgin) birbirlerine doğru ve engellerle dolu aşk macerasını anlatırken, bir yandan da geri dönüşlerle onların bugünlerini yaratan dönemlere uzanıyor. Film, Türkiye’nin 70’li, 80’li, 90’lı ve 2000’li yıllarını ziyaret ederek, o yılların artık unutulmaya yüz tutmuş popüler kültür öğelerinden, müziklerinden, yaşam biçimlerinden ve alışkanlıklarından besleniyor. “Aşk Tesadüfleri Sever” pek çok gerçek hikayeden yola çıkılarak derlenmiş olaylar bütünüyle; İstanbul’dan Ankara’ya yaptığı nostaljik yolculuğun içinde izleyiciye doyurucu, duygusal, yıllarca akıllardan çıkmayacak bir aşk filmi vaad ediyor.


İZLEMEYEN İÇİN DELİ SPOİLER -ÖN BİLGİ- İÇERİR


Sadece vaad ediyor bence bu vaadi yerine getiremiyor. Elimizde bir adet güzel kız var Deniz, bir adet yakışıklı erkek var Özgür ki milli gururumuz Mehmet Günsür canlandırıyor bu karakteri. Bir kere zaten Mehmet Günsür için direk izlenir bu film.


Deniz oyunculuk yapan idealist, genç ve güzel bir kadın. Uzun zamandır beraber olduğu, kendisine son derece aşık bir sevgilisi var. Bu karakteri de Yiğit Özşener canlandırıyor. Herhangi biri de oynasa olurmuş yani. Böyle bir yeteneğe yazık etmişler bence neyse. Evlenme aşamasına geliyorlar ancak çocuk kızın oyunculuğu bırakmasını istiyor, ailesine de bu şekilde açıklıyor ve yay gibi geriliyorlar. Tam bu sırada yakışıklı ve de karizmatik ama kalp hastası fotoğrafçı Özgür meydana çıkıyor. Bir fotoğraf vasıtasıyla yolları yeniden kesişen ikilinin meğer Ankara'da da çocuklukları aynı yerlerde geçmiş. Birbirlerini bir şekilde pek çok kez teğet geçmişler. Aynı gün, aynı hastanede doğmuşlar. Aynı yerlerden geçmişler vs.


Hayatlarındaki tesadüflere, diğer yarını bulma durumuna odaklanmak istemişler ama olmamış. Yarım kalmış. Herşey çok çabuk, hızlı geliştiğinden aradaki boşlukları dolduramamışlar ve bence aktarılmak istenen duygu doğru şekilde geçmemiş. En azından bana geçmedi :) Duygulanmadım hiç. Bu yüzden çok sevgili bir arkadaşım bana ruhsuz dedi :)



Film, görsel olarak iyiydi. Mekânlar, oyuncular şahaneydi ama bende bir olmamışlık hissi bıraktı. Eğer sinemada izlemediyseniz bir şey kaçırmadınız bence. Daha çok bir Tv filmi olarak iyi. Vakit kaybıydı diyemem ama fazlasıyla yavan kalıyor fragmanlarının yanında.  Hele de sonu. Sonunu şöyle beğendim; tabiiki bir ölecekse kız ölmeliydi, Özgürü, Mehmet Günsür oynuyor. Onu öldürmemelilerdi :D  Çok abartıldı bu film. Yüzyılın aşk filmiymiş gibi lanse edildi. Reklamın ve zamanlamanın gücünü küçümsememek gerek. Bir kez daha anladık. Finalinde biraz varlığım, varlığına armağan olsun durumu olmuş :) Fena değil diyorum, daha da fazla uzatmak istemiyorum. :D



İNCİR REÇELİ



Hakkında yüzlerce övgü duyduğum ve açıkçası merak ettiğim İncir reçelini izledim ve hiç sevmedim. Issız Adamdan sonra yaşadığım en büyük hayal kırıklığıydı. O derece sevmedim.  Aids ile ilgili yalan yanlış bilgiler vermesi de cabası. Melike Güner normalde kötü bir oyuncu değildir ama burada  oyunculuğunu karakterini hiç beğenmedim hele o konuşma tarzı salak Kore dizilerindeki kızları hatırlattı bana. Ayırca cinsel ilişkiye girememenin verdiği hüzün ve stres de abartılmış bence.  Her ne kadar bu da biraz riskli olsa da, Hiv pozitif virüsü taşıyanlar, korunarak cinsel beraberlik yaşayabilirler. Çok fazla yanlış bilgilendirme var filmde. Bence bu konuda hiç bir fikir olmayanların ön yargılarını pekiştirmelerine ve tamamen yanlış kanılara varmalarına sebeb olabilir. İnce düşünülmesi gerekirdi. Sadece dram yapacağız diye çok önemli bir konuyu/hastalığı çarpıtmışlar.


Liseye gidenlerin daha fazla seveceği 'romantik aşk' kavramı ağır basmış. Şahsi fikrim elbette. Çok klişeydi. Son günlerini umarsızca yaşayan genç bir kadın. Ona aşık olan, sessiz sakin bir adam. Hayatının tepek taklak olması vs. İzlemesem de olurdu yani. Ama başrol erkek oyuncusu Sezai Arpacıklıoğlu çok  iyiydi. Zaten izlenecekse sadece onun oyunculuğu için izlenir. Belki hatırlarsınız Türkân dizisinde, Türkânın kızkardeşinin kocasını canlandırıyordu kendisi. Yan karakterlere gelince de sanki öylece yerleştirilimişler çeşit olsun diye. Hiç birinin kendine özel bir hikâyesi yoktu. Çoookk üstün körü geçtiler şarkıcı kızın adama ve fotoğrafçı çocuğun kıza olan aşkını anlayamadık oradan bir hikâye çıkabilirdi. I-ıhhh sevmedim.


Herkesin beğendiği şeyleri, sırf zıtlık olsun diye beğenmeyen ve bununla övünenler vardır. Ben onlardan değilim. Herkes beğenip, ben beğenmeyince kendimi sorunlu hissediyorum. Sürüden atılmış koyun gibi hissediyorum :) Ama ne yapabilirim? Belli başlı ögelerim yok hayatımda şuna çok ağlarım, buna ağlamam, bunu beğenirim gibi. Ben çok küçük yaştan beri film-dizi izleyen bir ailenin içinde büyüdüm. Babam çok iyi bir film izleyicisidir. Dolayısıyla standartlarım yükseliyor :) Bazıları için yeni ve ilginç olan benim için sıradan ve sıkıcı olabiliyor. Ama neyi nasıl işlediğiniz de çok önemli.


Örneğin MİSA bakarsanız arabesk ve ajitasyon üzerine kurulu bir dizi. Türkler yapsa belki pek çoğumuz küçümserdik. Ama Koreliler öyle güzel işlemiş, o kadar güçlü oyunculuk sergilemişlerdi ki (So Ji Sub oppaya selam olsun :) ) hikâyenin içine girip, gözyaşlarımızın sel olmasına engel olamadık. Olsun ben Türk sineması adına iyi gelişmeler olarak değerlendiriyorum bu filmleri. Bir gün biz de dünya standartını yakalayacağız.



Son olarak ben ruhsuz değilim tağammııı :)


15/08/2011

DBSK/JYJ Giden mi yoksa kalan mı terkeden?

.


JaeJoong, Junsu, YunHo, YuChun, Chang Min... Dong Bang Shin Ki... İsimleri bile iddialı: Doğunun Yükselen Tanrıları... Kore'nin en büyük yapım şirketlerinden SM Entertainment'ın gruplarından biri. Hayranları kendilerine 'Cassiopeia' diyor. Bu adı 4 mevsim boyunca Kore'den görülebilen Kuzey takım yıldızından alıyorlar. Hatta 2008'de dünyadaki en büyük fan club olarak Guiness Rekorlar kitabına girdiler.



DBSK'nın Asya'nın hatta dünyanın dört bir yanından hayranları var. Ben çok geç keşfettim bu grubu. Tam dağılma dedikoduları çıktığı dönemde. Önce ergen kızların hayran olduğu sıradan gruplardan sandım. Sonra bakınca 5'nin de ayrı ayrı yetenekli olduğunu gördüm ve şaşırdım. Neden mi şaşırdım? Bilenler bilir, bu tarz gruplarda bütün üyeler iyi şarkı söyleyemez. Bazıları sadece güzel yüzleri, (Bknz. Girls Generation kızları) kaslı vücutları için oradadır, (Bknz. Super Junior Shiwon :) ) bazılar iyi dans eder, bir kısmı da gerçekten güzel sesli ve şarkı söyleyebilen üyelerden oluşur ki; bu üyeler azınlıktadır. Bu çocuklarının 5 ininde ses rengi farklı ve beşi de şarkı söyleyebiliyor, beşi de dans  edebiliyor.



2009 Yılıda DBSK'nın üç üyesi, Jejong, Yoonchu, ve Junsu bağlı oldukları SME şirketiyle anlaşmazlığa düştüler. 13 yıllık bir sözleşme imzalamak zorunda kalan üyeler, sözleşme maddelerini adaletsiz olduğunu ve kazandıkları paranın çok, çok az miktarının ellerine geçiğini söyleyerek, bu sözleşmeyi fesh etmek istediler. 13 yıl ne demek? Bütün bir gençliğin demek. Hayatının çok önemli bir bölümü demek. En verimli çağların demek. Bu esnada yorgunluktan, aşırı stresten sağlığının bozulmayacağının, depresyona girmeyeceğinin de garantisi yok tabii. Sonra ne oldu? Elbette şirket altın yumurtlayan tavuklarını kaybetmek istemedi. Buna rağmen talepleri kabul edilmemiş olacak ki; 3 üye şirketten ayrılıp dava açtılar. Sonra şirkette karşı dava açtı. Bu noktadan itibaren JYJ olarak yollarına devam etmek isteyen üçlü, akıl almayan engellerle karşılaştı. Ehh güç odaklarını kızdırırsan olacağı budur. Büyük biraderin gazabını üzerine çekmek istemeyen TV kanalları üçlüyü hayranlardan gelen yoğun talebe, reyting garantisine rağmen ekrana çıkar(a)madı.



Şirketin diğer sanatçıları can siparhane savundular şirketlerini. Başta Super Junior olmak üzere, şirketin hemen, hemen bütün sanatçıları 'Kölelik Sözleşmesi' gibi bir durum olmadığını söyledi. Söylentileri sonuna kadar inkâr etti. Doğrudur belki her bir grubun kendine özel şartları, istisnaları vardır.


Buradan sonra gelişen süreci olan biteni zaten herkes biliyor. Ben daha farklı bir bakış açısı getirmek istiyorum. DBSK Asya'da hatırı sayılır bir üne sahip. Özelikle Japonya'da hatırlarsanız geçenlerde KARA da JYJ'ye benzer bir çıkış yapmış, ama olay fazla uzamadan tatlıya bağlanmıştı. Bu iki grubun ortak özellikleri ne sizce? Her iki grubunda Japonya'da çok başarılı olmaları. Özellikle Jejongun, Japonya'nın ünlü sanatçılarından Yamapi ile yakın olduğu biliniyor. Daha iyisi olabileceğini gördüler. Hak ettiklerinin, 'değerlerinin' çok daha fazla olduğunu gördüler. Yani çikolatanın tadını aldıktan sonra artık kakao ile yetinmeleri çok güçtü bence.


DBSK değil de TVXQ Adını koruyarak, SME'den yeni albüm çıkaran HoMin...


Yola beraber çıkan bu beş gencin aralarına engeller konuyor. Birbirlerinden gün geçtikçe uzaklaşıyorlar. Biliyorsunuz Kpop endüstrisin çarkları oldukça sivri dişli ve tutunabilmek için epey çaba harcamak gerekiyor. Yeri geliyor ailelerini göremiyor 'trainee'ler ve birbirlerine aile oluyor. O yüzden SME Family (aile) titrini kullanıyor, bütünlükten bahsederken. Çıkış yapmadan önce bir de eğitim sürecinden geçiyorlar. Bu süre ile birlikte 8-9 yıllık bir beraberliğin ardından, o günleri hiç yaşamamış gibi olmak acı verici olmalı.


Artık dünya rekorlar kitabına giren hayranlar ikiye bölünmüş durumda. Birileri hala umutla DBSK'nın bir bütün olarak dönüşünü beklerken hem HoMi'ni hem JYJ yi destekliyor. Bir kısmıda kendi favori üyelerinin kaldığı tarafda yer alıyor. Bu süreçte birbirlerine doğrudan ve dolaylı çok mesaj gitti aslında. Şarkı sözleri bile fazlasıyla manidar. Sarangi çevirmenlerinden sevgili Tukyu facebook profilinde şu cümleyi paylaşmış. Ben yanlarına Türkçe anlamlarını da yazdım.


Gözüme takıldı. JYJ - Ayy Girl de: "Living life like there’s no damn rules", (hayatı kahrolası kurallar yokmuş gibi yaşa) HoMin'in Why şarkısında ise: "Keep your head down" (başını eğ, mütevazı ol -bence - itaat et) yazıyor :D 3ü isyan etmiş kurallara meydan okuyor 2si ise başlarını eğiyor... :P





SME'nin etkisinde olan HoMin'e bu ayrılık hakkında düşünceleri sorulunca önce JYJ'nin anlaşmalı olduğu kozmetik şirketi yüzünden böyle bir dava olduğu, kendilerinin olup bitenden haberleri olmadığını, öğrenince çok şaşırdıklarını söylediler. Şimdilerde ise çok genç yaşta, çok büyük bir başarı-ün elde ettiklerini ve arkadaşlarının üzerinde bunun baskıya neden olduğu gibi sözler söylüyorlar. Kısaca 'zayıf karakterli' 'şöhreti kaldıramadı' göndermesi yapıyorlar.


Bunların ikilinin samimi duygularını olduğuna inanmıyorum elbette. Okuduğum röportajlarda her ne kadar mağdur olan taraf JYJ olsa da, kırgın olanın HoMin olduğunu hissediyorum. Onlar da huzursuz, onlar da eksik hissediyor arkadaşları olmadan. Ne yazık ki bunu direk ifade edebilecek kadar özgür değiller.


Albüm isimleri bile manidar demiştim. 'onların odaları' Siz-biz-onlar olmaları ne yazık :(



JYJ den kimsenin onları aramadığını arasalar bile, numaraları değiştirdikleri için, tanımadıkları numaralardan gelen çağrılara cevap vermedikleri söylemiş YunHo bir röportajında. Kendi kişisel duyguları sorulduğunda,onlara en başlarda çok  kırıldığını,üzüldüğünü lider olarak daha fazla sorumluluk hissettiğini, ama kin beslemediğini, iyi olmalarını dilediğini;


JYJ'ye vermek istediği bir mesaj olup, olmadığı sorulduğunda; ulaşamayacak kadar uzağa gittiklerini ama; şirketle sorunlarını çözüp bir an evvel geri gelmelerini söylüyor. Aslında her iki taraf da (üyeler bazında) yeniden birleşmeye sıcak bakıyor.


I just want them to hurry up and come back to TVXQ. Under the name of music, everything was great, but further promotions created a difference in values. Those values are personal problems, and I don’t want to go into anything long-winded on that.  I just want them to be healthy The only thing I can ask is for them to come back.  The three have crossed the line and have gone too far for us to catch them.  I just want them to solve the dispute with our company, and hurry up and come back. It was difficult. It hurt. I felt a sense of resentment against people. As opposed to hate, I was hurt.  But I just accepted it all.  Honestly, I didn’t have the time to harbor hate against anyone.


Aslında mevzu çok uzun ama Jusun, Jejong ve Yoochun bence bir ilke imza attılar Korede. Kendileri daha fazla kullandırmayıp, haklarını aradılar, arıyorlar. Ben hiç bir zaman 'die hard fan' yani bir deli bir hayran olmadım. Hatta hiç hayran olmadım. Ama sevdim bu çocukları. Açıkçası, müzikleri, umurumda değil ayrılmalarına üzülmemin tek sebebi; arkadaşlıklarının ciddi bir darbe almış olması. Bu çocuklar birbirlerini özlüyorlar yahuu :) Geçenlerde JeaJong, Changmin ve YunHoyu özlediğine dair bir Tweet atmıştı. Canıımm, yazık dedim. Birbirlerinden ayrı düşmeleri çok üzüyor beni. Günler ne getirir, 5 kişilik bir grup olarak geri dönerler mi bilmem? Ama umarım arkadaşlıkarını kurtarıp, kırgınlıklarını, kızgınlıklarını geride bırakırlar. Son olarak bence hiç biriniz başınızı eğmeyin. Dik tutun. Koyun değilsiniz, kimsenin sizi gütmesine izin vermeyin.



FİGHTİNG BOYS :D


Bu arada yazılanlar tamamen kendi düşüncelerimdir. Sadece beni bağlar. Belirteyim de bir yanlış anlaşılma olmasın.


14/08/2011

Sırada ne var?

Böyle yazınca, söz vermiş gibi oluyorum. Böylece kaçış şansım en aza iniyor. Üzerimde bir üşengeçlik, bir tembellik sormayın gitsin. Bu dizilerin hepsinden ayrı bir yazı da bahsetmesem de şöyle bir geçeceğim üstünden. Ne diyeyim yine beni izlemeye devam edin :D


JYJ vs DBSK

City Hunter

Rebound

Que Sera Sera

The Greatest Love

Secent Of Woman

Myungul Spy

06/08/2011

Beş Dilim Portakal -Ne dilediğine dikkat et-




Framboise Simon Loire Nehri kıyısındaki küçük köye geri dönünce, yerel halk onun yıllarca önce Alman istilasında meydana gelen trajediden sorumlu tuttukları çirkin kadının kızı olduğunu fark etmez. Geçmiş ve şimdiki zaman birbirinin içine geçmiştir. Özellikle de Framboise'ın annesinden miras kalan defterde yemek tarifleriyle anılar arapsaçı gibi birbirine dolanmıştır. Fakat kısa süre sonra Framboise hayatının baharında yaşantısına damga vuran felaketin sırrının bu defterde gizli olduğunu anlar.



Sevgili Masalevinin blogunda gördüğümde çok mutlu oldum. Ne çok sevdiğimi hatırladım ve bende bir kaç kelime etmek istedim üzerine. Okuyalı epey zaman oluyor, o yüzden bazı şeyleri unuttum elbette :) Ben Johanna Harris'in aynı zamanda 'Çikolata'nın da yazarı olduğunu bilmiyordum. Kitabı okumadım ama filmi izledim. Çok lezzetliydi :)


Bütün çocuklarına meyve isimleri veren kocası savaşta ölmüş bir anne: Cassis Frenk üzümü pastası, Reine Claude Frenk eriği, Framboise, frambuaz bildiğimiz. Öldüğünde oğluna çiftliği, ortanca kızına şarap mahzenindeki ganimetleri ve en küçükleri Framboisea da akıl defteri adını verdiği, içinde yemek tarifleri ve bir takım notlar olan defterle birlikte bir şişe zeytin yağı bırakıyor. Cassis çiftliğe hiç ilgi duymuyor.  Bunun üzerine Framboise da çiftliği erkek kardeşinden satın alıyor ve buraya yerleşiyor.


Doğayı bu kadar seven annesinin tahammül edemediği, onun dayanılmaz baş ağrılarını tetikleyen tek bir meyve var ki; o da portakal. Framboise annesi yataktan çıkamasın, daha rahat oynayabilsinler (tabii başka sebeplerde var) diye bunu annesine karşı gizlice  kullanıyor.


'Çocuklar acımasızdır' sözünde doğruluk payı gerçekten de çok yüksek. Çocuklar saldırdıkları zaman düşmanlarını, yetişkinlerin yapabileceğinden daha büyük bir kesinlikle yaralarlar. (syf 181-182)


Çocuklar, ikinci dünya savaşı sırasında (sanırım) kasabayı istila eden Alman askerlerden biri ile arkadaş oluyorlar. Bu adamın hayatlarını ne denli etkileyeceğini bilmeden... Özellikle Framboise hiç ayrılmak istemiyor ondan ama mümkün olacak mı? Tek dileği 'Sadece sen Tomas Leibniz'


Doğduğu yere geri dönen Boise bu süreçte, çocuk algısı ile yaşadığı şeyleri annesinin karmaşık notlarından okuyarak, geçmişine dair bilmediği gerçekleri öğreniyor zamanla.


Kitabın anlatımı akıcı ve olaylar sürükleyici. Geçmişi hem o günki aklıyla hem de artık yaşlanmış bir kadının çocukluğuna bakarken ki, algısıyla anlatıyor. Çok beğendim ve herkese okumalarını tavsiye ediyorum. Online satın almak için tıklayın. Masal Evi'nin yorumu da mutlaka okunmalı tık tık :)




01/08/2011

GIGI- (ji-ji) Sevimli bir klasik


Biraz uzakdoğudan uzaklaşayım istedim, son günlerde aklımda hep eski filmler var klasikler... Sinemasiada tanıtımını yapmıştım filmin. Hazır yeri gelmişken bloguma da ekleyeyim dedim.


Vizyona girdiği yıl (1958) 9 dalda Oscara aday olan ve bütün ödülleri alan Gigi. 20. YY başlarında Fransada geçiyor. Romantizmin başkenti Pariste, büyükannesi ile birlikte yaşayan Gigi, dönemin kurallarına göre biraz asi ve çocuk ruhlu bir genç kızdır. Büyük Teyzesi Alice ve Büyükannesi eski birer hayat kadınıdır. GİGİ yi de iyi bir eş bulmak üzere yetiştirmek isterler. Bu esnada aile dostları ve Parisin en çapkın erkeklerinden Gaston Lachaille bütün o ihtişamdan, çevresini saran kadınlardan sıkılmış, gerçek duyguların eksikliğin hissetmektedir. Bir takım olaylar sonucu, Gigi'nin artık çocuk olmadığını farkeder ve zamanla ondan hoşlanmaya başlar. Ne var ki bütün yakışıklılığı ve zenginliğine rağmen Giginin kalbini kazanması o kadar kolay olmayacaktır.



Bu hayat kadını sıfatı aslında uygun mu bilmiyorum. Bildiğimiz anlamda hayat kadını değil. İyi eğitimli, kültürlü kadınlar erkeklere eşlik ediyorlar. İstemedikleri sürece bir yakınlaşma söz konusu olamıyor. Sonunda isterlerse evlenebiliyorlar.



Gigi çok neşeli, dinlendiren bir müzikal. Leslie Caron'un genç hali ayrıca güzel. . Bir yerde okuduğuma göre bu rol önce Audry Hepburn'e teklif edilmiş. Onun rolü reddetmesiyle Leslie Caron yer almış ve bence şahane bir iş çıkarmış.




Üstüne söyleyecek pek bir şey yok aslında. Türk Tv'lerinde pek çok kez hem de çok kaliteli bir dublajla gösterilen bu filmi izlemenizi öneririm.


Bu da ekstrası olsun :)