1928 yılında Kolombiya'da doğan Gabriel García Márquez, büyükannesiyle büyükbabasının evinde, teyzelerinin yanında büyüdü. Boş inançlara bağlı, olağanüstü olayları doğallıkla anlatan, her söylenene inanan bu kadınların anlattıkları, Gabriel Garcia Marquez'in üslubunun biçimlenmesine yardımcı olmuştur. Roman yazmaya başlamadan önce gazetecilik yapan García Marquez, bu deneyimi sayesinde romanlarındaki büyülü gerçekçiliği, tuzağa düşmeden, ayaklarını yere sağlamca basarak işleyebilmiştir. García Marquez, romanlarının korsan basımlarının yüzbinleri bulması üzerine kitaplarının, anayurdu Kolombiya'da yayınlanmasını yasaklamıştır. 1967'de yayınlandığında edebiyat dünyasında büyük yankılar uyandıran Yüzyıllık Yalnızlık'tan sonra García Marquez çarpıcı bir anlatımla, büyülü gerçekçilikle işlediği pek çok roman yazmış, 1982'de de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer bulunmuştur. García Marquez, Latin Amerika'yı ilkel güzelliği ve el değmemişliği içinde tanıtırken, düş ile belleği, olayların akışını gösterişsiz, ama şaşırtıcı bir üslupla birbirine karıştırırken, tarihsel doğruluğa ve gerçekliğe bağlı kalmaya da özen gösteren bir yazar.
Bu yazıyı yazmayı kendime bir görev addediyorum. Gabriel Garcia Marquez lise yıllarımda tanıştığım bir yazar. Soğuk bir kış öğleden sonrasıydı, okuldan eve dönüyordum ve tesadüf ki yol arkadaşlarım yanımda değildi. Okulda görüşmediğimiz ama okula beraber gidip, geldiğimiz arkadaşlarım vardı. O yüzden sadece arkadaşlarım değil 'yol arkadaşlarım' :) Köşede seyyar bir kitapçı olurdu hep ve ben arkadaşlarımı sabahları yeterince beklettiğim için okul dönüşü bir 5 dakika daha beklemelerini isteyemezdim elbette :)
Yere serilmiş kitapların önünde durdum ve uzun bir sorgulama sürecinden sonra Kırmızı Pazartesi kitabını almaya karar verdim. Gabo'nun okuduğum ilk kitabıydı bu. Beni yıllarca hayran bıracak, daha fazlasını istecek, oda bile diyemeyeceğimiz kadar küçük odamdan, düş bulutlarına bindirecek ve dünyanın öbür ucuna götürecekti. Ancak henüz benim bundan haberim yoktu. Kırmızı Pazartesi'den sonra büyük bir açlıkla gördüğüm her kitabını almaya başladım. Her sayfada daha da büyüleniyor, her kelimede daha çok hayran oluyordum. Latin Amerikalı bu yazar ve hikayeleri ile aramda yıllarca sürecek bir aşk başlamıştı.
Tek hoşlanmadığım kitabı 'Anlatmak İçin Yaşamaktır' sebebi ise fazla gerçek olması. Yazarın kitaplarını nasıl kaleme aldığı, o olağünüstü hikayeleri nereden bulduğu ile ilgili son derece açıklayıcı anılarını anlattığı kitapta, biraz büyü bozuldu gibi hissettim. Tek sıkıntım bu. Bu arada ufak bir bilgi vermek isterim. İnternette G. G. Marquez'in veda mektubu diye dolaşan satırlar kendisine ait değildir. Eserlerini yakında takip eden ve üslubunu çok iyi bilen okurlar şüphelendiler elbette. Sonunda bunun edebiyat ile ilgisi olmayan bir vantrilog tarafından kaleme alındığı ortaya çıktı. Bununla ilgili konuşması istendiğinde usta yazar şöyle demiştir:
‘‘Beni ölümden çok, bu kadar zevksiz bir şey yazabileceğime inanmalarından duyduğum utanç içinde ölmek korkutuyor.''
Bu yazıyı yazmayı görev biliyorum kendime dedim. Çünkü yaşayan efsanelerin değeri hep öldükten sonra bilinir. Ben böyle olsun istemedim. Kendimce hala hayattayken ve hala üretebiliyorken, sevgimi, hayranlığımı artık paylaşmalıyım diye düşündüm. Çevirisi bu kadar iyiyse kimbilir orjinal dilinde ne kadar muhteşemdir dili dediğim bir anlatıcı Marquez. Bir gün kendi diline okumak kısmet olur umarım. Son çıkan bir kaç kitabı hariç bütün kitaplarını okudum. Gabriel Garcia Marquez benim için Popstarlardan daha önemli, bir gün tanışma şansım olsa dünyaları vermişler kadar mutlu olacağım bir isimdir. Görünenin ardına bakmayı öğretir. Benzetmelerle okuyucu sıkmamayı hatta eğlendirmeyi vaad eder.
Sizi alır dünyanın bir ucuna, fakir ama neşeli insanların diyarına götürür. Hep bahsettiği muz şirketini, dünyanın geri kalanın unuttuğu coğrafyalarda bulunan kasabaları ve oradaki insanları, onların sıradan gibi görünen renkli hayatlarını merak ederken bulursunuz kendinizi. Okumadıysanız hala çok şey kaybediyorsunuz derim. Can Yayınlarına kitap kapakları yüzünden antipati duyanlardansanız ve bu yüzden Marquez okumadıysanız - biliyorum var böyle bir kitle- artık vakti geldi. Can Yayınları kitap tasarımlarını değiştiriyor ve çağı yakalamaya çabalıyor. Hazır yayınevinden söz etmişken, bir teşekkür etmemek olmaz. Bu muhteşem yazarı, kusursuz çevirileri ile dilimize kazandırdığı ve Türk okuyucusu ile buluşmasını sağladığı için Can Yayınlarına da çok teşekkürler.
Uzun lafın kısası: Ömrün uzun olsun Gabo, çok yaşa, yaz ve biz de seni gözlerimizin feri akana kadar okuyalım...
Kırmızı Pazartesi yorumum için tık tık.
2 yorum:
Yazarın okuduğum tek kitabı Kırmızı Pazartesi. Severek okudum. Başka kitabını okumak kısmet olmadı henüz ama yüzyıllık yalnızlık uzun zamandır listemde, okuyacağım. Can yayınlarının kapak tasarımlarını cidden sevmiyorum, bu yüzden hiç yanaşmıyorum mecbur kalmadıkça.
İşte Can Yayınları bu formatı değiştiriyor. Hatta değişime Yüz Yıllık Yalnızlık kitabından başladılar. Hazır böyle bir fırsat doğmuşken al oku diyorum. Sonra da bana bildir sevip, sevmediğiniz :)
Yorum Gönder