27/01/2014

BOF Amerikada Şok Ayrılık


Boys Before Flowers/Hana Yori Dango mangasından uyarlanan Asya yapımlarına alışkın olduğumuz hikayeyi ABD ye uyarlamak istediler. Biliyorsunuz buraya kadar. Hiç bir kanalın projeyi kabul etmediğini de yazmıştım. Fakat pes etmeyip, internette yayınlamak üzere çekimlere başlamaya karar verdiklerini de duyurmuştum. Ne yazık bu istekleri ve çabaları kocaman bir fiyasyo oldu. Prodüksiyon yerlerde, oyuncular dökülüyor. Hikayenin nereye gittiği belli değil. En son bomba başrol oyuncularının diziden ayrılması. Dawn Marrow zaten Zoey rolü için seçilen 3. isimdi. Joseph Almani'de bölümler ilerledikçe oyunculuk konusunda ilerleme gösteriyordu.

Bu arada Joseph Almani kendisine attığım Tweeti Rt ledi. Tamam harika bir oyuncu değildi ama çocukta potansiyel vardı. Bir gün iyi bir oyuncu olacak. Elbette kendini geliştirir, doğru ve profesyonel yapımlarda yer alırsa.


Oyuncuların dediğine göre kendileri ayrılmadı, kovuldular. Yapımcıların dediğine göre oyuncuların talepleri, prodüksiyonu tamamen durduracak nitelikteydi. Onlar da diziye bu iki oyuncu olmadan devam etme kararı verdiler. Ben açıkçası bakıyorum hala, neler oluyor diye. Porofesyonellik yerlerde. Deneysel bir proje olarak görüyorum bu dizimsi şeyi :) O kadar kötü ki; insanlar nasıl savunup, nasıl keyifle izliyor hiç bilmiyorum. Sanırım bende biraz acıma duygusu ile izliyorum. Yapımcıların dizinin-hikayenin hayranı oldukları ve kendi kültürlerine uyarlamayı çok istedikleri söyleniyor. Ama çok hevesliydik, çok umutluyduk mealinde açıklamalar yapıyorlar. Diziye devam etmek için yeni başrol arayışına girdiler ve açıklamalar göre yeni Liam ve Zoey bulundu.

İşte yeni Liam-Tsukasa- Gu Jun Pyoo



Bu da yeni  Zoey-Makino-Gum Jandi



Bakalım bu oyuncularla sonuna kadar devam edebilecekler mi? Bunlar da iki bölüm sonra ayrılacak mı? Oyunculukları nasıl? Hepsi birer muamma. Ben dayanabilirsem izleyip, size de bildiririm bu amatör ruhla, amatör imkanlarla çekilen dizimsi-dizide neler oluyor :)

26/01/2014

Gaboy'a Güzelleme


1928 yılında Kolombiya'da doğan Gabriel García Márquez, büyükannesiyle büyükbabasının evinde, teyzelerinin yanında büyüdü. Boş inançlara bağlı, olağanüstü olayları doğallıkla anlatan, her söylenene inanan bu kadınların anlattıkları, Gabriel Garcia Marquez'in üslubunun biçimlenmesine yardımcı olmuştur. Roman yazmaya başlamadan önce gazetecilik yapan García Marquez, bu deneyimi sayesinde romanlarındaki büyülü gerçekçiliği, tuzağa düşmeden, ayaklarını yere sağlamca basarak işleyebilmiştir. García Marquez, romanlarının korsan basımlarının yüzbinleri bulması üzerine kitaplarının, anayurdu Kolombiya'da yayınlanmasını yasaklamıştır. 1967'de yayınlandığında edebiyat dünyasında büyük yankılar uyandıran Yüzyıllık Yalnızlık'tan sonra García Marquez çarpıcı bir anlatımla, büyülü gerçekçilikle işlediği pek çok roman yazmış, 1982'de de Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer bulunmuştur. García Marquez, Latin Amerika'yı ilkel güzelliği ve el değmemişliği içinde tanıtırken, düş ile belleği, olayların akışını gösterişsiz, ama şaşırtıcı bir üslupla birbirine karıştırırken, tarihsel doğruluğa ve gerçekliğe bağlı kalmaya da özen gösteren bir yazar.


Bu yazıyı yazmayı kendime bir görev addediyorum. Gabriel Garcia Marquez lise yıllarımda tanıştığım bir yazar. Soğuk bir kış öğleden sonrasıydı, okuldan eve dönüyordum ve tesadüf ki yol arkadaşlarım yanımda değildi. Okulda görüşmediğimiz ama okula beraber gidip, geldiğimiz arkadaşlarım vardı. O yüzden sadece arkadaşlarım değil  'yol arkadaşlarım' :) Köşede seyyar bir kitapçı olurdu hep ve ben arkadaşlarımı sabahları yeterince beklettiğim için okul dönüşü bir 5 dakika daha beklemelerini isteyemezdim elbette :)

Yere serilmiş kitapların önünde durdum ve uzun bir sorgulama sürecinden sonra Kırmızı Pazartesi kitabını almaya karar verdim. Gabo'nun okuduğum ilk kitabıydı bu. Beni yıllarca hayran bıracak, daha fazlasını istecek, oda bile diyemeyeceğimiz kadar küçük odamdan, düş bulutlarına bindirecek ve dünyanın öbür ucuna götürecekti. Ancak henüz benim bundan haberim yoktu. Kırmızı Pazartesi'den sonra büyük bir açlıkla gördüğüm her kitabını almaya başladım. Her sayfada daha da büyüleniyor, her kelimede daha çok hayran oluyordum. Latin Amerikalı bu yazar ve hikayeleri ile aramda yıllarca sürecek bir aşk başlamıştı.

Tek hoşlanmadığım kitabı 'Anlatmak İçin Yaşamaktır' sebebi ise fazla gerçek olması. Yazarın kitaplarını nasıl kaleme aldığı, o olağünüstü hikayeleri nereden bulduğu ile ilgili son derece açıklayıcı anılarını anlattığı kitapta, biraz büyü bozuldu gibi hissettim. Tek sıkıntım bu. Bu arada ufak bir bilgi vermek isterim. İnternette G. G. Marquez'in veda mektubu diye dolaşan satırlar kendisine ait değildir. Eserlerini yakında takip eden ve üslubunu çok iyi bilen okurlar şüphelendiler elbette. Sonunda bunun edebiyat ile ilgisi olmayan bir vantrilog tarafından kaleme alındığı ortaya çıktı. Bununla ilgili konuşması istendiğinde usta yazar şöyle demiştir:

‘‘Beni ölümden çok, bu kadar zevksiz bir şey yazabileceğime inanmalarından duyduğum utanç içinde ölmek korkutuyor.''


Bu yazıyı yazmayı görev biliyorum kendime dedim. Çünkü yaşayan efsanelerin değeri hep öldükten sonra bilinir. Ben böyle olsun istemedim. Kendimce hala hayattayken ve hala üretebiliyorken, sevgimi, hayranlığımı artık paylaşmalıyım diye düşündüm. Çevirisi bu kadar iyiyse kimbilir orjinal dilinde ne kadar muhteşemdir dili dediğim bir anlatıcı Marquez. Bir gün kendi diline okumak kısmet olur umarım. Son çıkan bir kaç kitabı hariç bütün kitaplarını okudum. Gabriel Garcia Marquez benim için Popstarlardan daha önemli, bir gün tanışma şansım olsa dünyaları vermişler kadar mutlu olacağım bir isimdir. Görünenin ardına bakmayı öğretir. Benzetmelerle okuyucu sıkmamayı hatta eğlendirmeyi vaad eder.


Sizi alır dünyanın bir ucuna, fakir ama neşeli insanların diyarına götürür. Hep bahsettiği muz şirketini, dünyanın geri kalanın unuttuğu coğrafyalarda bulunan kasabaları ve oradaki insanları, onların sıradan gibi görünen renkli hayatlarını merak ederken bulursunuz kendinizi. Okumadıysanız hala çok şey kaybediyorsunuz derim. Can Yayınlarına kitap kapakları yüzünden antipati duyanlardansanız ve bu yüzden Marquez okumadıysanız - biliyorum var böyle bir kitle- artık vakti geldi. Can Yayınları kitap tasarımlarını değiştiriyor ve çağı yakalamaya çabalıyor. Hazır yayınevinden söz etmişken, bir teşekkür etmemek olmaz. Bu muhteşem yazarı, kusursuz çevirileri ile dilimize kazandırdığı ve Türk okuyucusu ile buluşmasını sağladığı için Can Yayınlarına da çok teşekkürler.



Uzun lafın kısası: Ömrün uzun olsun Gabo, çok yaşa, yaz ve biz de seni gözlerimizin feri akana kadar okuyalım...


 

Kırmızı Pazartesi yorumum için tık tık.

 

16/01/2014

Boys Over Flower US - Amerikan Parodisi-

Image and video hosting by TinyPic

Diziyi yaşımın çok gerisinde olmasına rağmen çok severek izledim. Pek çok Koresever de benimle aynı görüştedir sanırım. Sadece Kore değil, Japon, Tayvan, Çin versiyonları da var. Hepsi kendi içinde çok iyi. Ama en fazla öne çıkanlar Kore ve Japon versiyonları. Benim favorim açık ara Gu Jun Pyoo dur. Kore versiyonuna iyi bir bütçe ve emek harcandığı çok belli. Güzel mekanlar, son model arabalar, telefonlar, gerçekten çiçekler kadar güzel çocuklar. Zenginliği her anlamıyla vurgulayan sahneler.

Amerikan versiyonunu küçümsemedim. Gerçekten ama gerçekten bir şans vermek istedim. Sonuçta yıllarca beğenerek izlediğimiz pek çok dizi, film ABD yapımı. Hala da çok iyi yapımlar çıkarıyorlar. Ama iş adaptasyona gelince işte orada biraz tereddüt ediyor insan. Ama dediğim gibi karşı değildim ve ortaya en azından 'eh olmuş işte' diyebileceğimizi bir şey çıkaracaklarını umut ediyordum. Ne yazık ki BOF USA kocaman bir hayal kırıklığı oldu. Başrol oyuncusu iki kere değişti. Zaman kalmadığı için giden oyuncunun yer aldığı ilk bölümü yayınladılar. İkinci bölümün ortasında yeni esas kız göründü. Fotoğraflarından diğer aktristlerden daha iyi gibi dursa da, oyunculuk anlamında pek parlak olduğunu söyleyemeyeceğim.


Kadro zaten tamamen amatör oyunculardan oluşturulmuş. Belki daha önce farklı yapımlarda yer almıştır aktörler ama başarılı ve yetenekli olduklarını söylemek güç. En azında yakışıklı- güzel olsalardı o da yok. Hadi bu kısım görecelidir diyelim ve de sıradan insanlara yer vermek istediklerini düşünelim. O zaman neden dizi çekimlerinden hemen önce başrol oyuncusu Joseph Almani'nin kaslı resimlerini göstermek gereği duydular?

Dizi büyük kanallardan red cevabı almış ve doğru düzgün yapımcı ve sponsor bulamamış. Ama ne inat ki yine de yılmamışlar ve bu uyarlamayı çekmeye karar vermişler. Peki güzel...  Düşük bütçe ile de iyi bir yapım ortaya çıkabilirdi. Kıyafetlere sponsor bulunabilirdi. İkinci el  mağazalar, kiralık giysi satan dükkanlar var. Amerikada bu tarz imkanları sağlamak çok zor olmasa gerek. İnanın Yotube kullanıcıları bile daha kaliteli videolar yayınlıyorlar. Dizi bu hali ile amatör kamera ile çekilen okul ödevlerinden farksız.




ABD versiyonunda iyi diyebileceğim tek farklılık Zoey'nin kendi arkadaş grubu olması ve zorbalık karşısında sessiz kalmayıp kendini savunması. Hatta karşı saldırıya geçmesi. Asya yapımlarında ki fazlasıyla sabırlı karakterlere göre daha çabuk öfkelenen bir yapısı var Amerikan Gum Jandi- Makinonun. Dediğim gibi çook düşük bütçeli bir yapım ve bu ses sistemine, görüntü kalitesine çok zengin olan F4 ün kostümlerine herşeye yansıyor. Gittikçe daha iyi olacağını söylüyor yapım şirketi ve bazı fanlar ama görünen köy klavuz istemez. Boys Before Friends üzülerek söylüyorum nereden tutsanız elinizde kalacak bir proje. Belki izlerim ilerleyen bölümleri bilmiyorum. Fakat Zoey'nin arkadaşlarına da sinir oldum. Piper karakterinin pek sevimli halleri, diğer kızın seksi olacağım diye kasması.... Dizi güldürüyor ama kaliteli bir mizaha sahip olduğundan değil, gülünç olduğundan. Anlamadım madem yeni kurulan bir şirket, neden tamamen yani bir proje ile çıkış yapmadılar? Eminim kendini göstermek Cv'sini genişletmek isteyen bir sürü yetenekli amatör oyuncu vardır ABD'de. Neden onlardan biri ile çalışmadılar? -Neden?- -Nasıl?- soruları o kadar fazla ki... Olmamış derken üzülüyorum ama olmamış... Otur ZAYIF!

09/01/2014

Beni Bana Bırak - Mary Balogh



Onur ve sorumluluklarına hapsolmuş bir adam: Vücudu yara izleriyle kaplı bir savaş kahramanı. Ve yaralarını yüreğinde saklayan kaçak bir kadın. İkisini bir araya getiren talihsiz bir gece. Birbirlerinin yaralarını sarabileceklerini keşfederken, aralarında kıvılcımlanan güçlü tutkular. Adam Kent onu ilk olarak gece vakti Londradaki bir tiyatronun önünde, gölgeler içerisinde görür. Hayatta kalmak için vücudunu satmak zorunda kalmış çekici bir kadındır karşısındaki. Fleur Hamilton büyüleyici gözlere sahip bu iyi giyimli centilmenin kurtarıcısı olacağına hiç ihtimal vermez. Onunla aynı yatağa girdiği zaman da bu yabancıyı bir daha göreceği aklından bile geçmez. Fakat Fleur daha sonra küçük bir kıza mürebbiyelik yapmak için bir teklif alır ve bu teklifi kabul eder...


Gece yarısı beraber olduğu centilmenin güçlü bir asilzade olduğunu keşfedince de şaşkına döner. Tutuşan kalpler ve üzerlerinde dolanıp duran bir skandal tehdidi... Cevaplanmayı bekleyen önemli bir soru kalmıştır geriye: Fleur metres mi olacaktır yoksa bir eş mi?

Flourun adı kaza sonucu bir cinayete karışır ve kendini kurtarmak, ona aşık olan kuzeninden kaçmak için Londra'ya gider. Açlık sınırını aştığı bir gün, tek çare olarak bedenini satmaya karar verir. İşte orada hayatının aşkı olacak Dük ile karşılaşır.


Bu kitabı bir süre önce Miss. Nefertiti ödünç vermişti. Özellikle bu aralar historical roman okumak istiyorum diye sayıklarken, fena olmadı :) Her şeyin bir zamanı var sonuçta. Ruh halime uygun bir hikaye oldu. Gerçi daha romantik işlenebilirdi diye düşünüyorum.


Dük ve Flour arasında filizlenen aşk zaman içinde, şartlara bağlı olarak gelişen ve büyüyen duyguların yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Bu anlamda daha gerçekçi buldum kurguyu. Ayrıca Dük diğer tarihi romanlarda alıştığımız gibi kaslı, Yunan tanrısı yakışıklılığında değil. Ama farklı bir çekiciliği olduğu vurgulanıyor. Ben gözümde gayet yakışıklı bir adam canlandırdım. Beuty and Beast'deki Vincent gibi mesela :) Özetle türü sevenlerin, beğenerek okuyacağı hoş, romantik bir kitap.


06/01/2014

SuJu'dan Acı Haber

Super Junior üyesi - lideri Leetuk trafik kazasında Babasını, büyükbabasını ve büyükannesini kaybetti. Halen askerlik görevini yapmakta olan Leetuk haberi alır almaz ailesinin yanına koştu. Konu ile ilgili fazlası ile bilgi kirliliği yaşanıyor. Tek gerçek, Leetuk ve ailesinin geri kalanın çok üzgün olduğu. Bu süreçte medya ve düşüncesiz fanların ilgisinden uzakta, acılarını yaşayabilmelerini diliyorum. İnsan -ünlü de olsa - bu kadar büyük bir acı karşısında, özeline-acısına saygı duyulmasını bekler. Yazılı olmayan bir kuraldır bu. Ne diyelim... Gidenlerin toprağı bol olsun. Leetuk ve ailesine Allah sabır versin.