27/06/2011

49 Days Gitmek mi zor? Kalmak mı?

Image and video hosting by TinyPic


Kore dizileri daha iyisini yapamazlar dediğimiz yerde bizi yine şaşırtıyor. Kalbimize dokunuyor, aynı anda hem güldürüp, hem ağlatmayı nasıl başarıyorlar? Gerçekten bu işi sırrı ne? 49 Days izlediğim en iyi Kore dizilerinden biri.


Image and video hosting by TinyPic


Jin Yun, hayatının aşkı ile evlenmek üzere olan, neşeli, güzel ailesinin prensesi olan bir kızdır. Bir kaza sonucu planlanandan daha önce hayata veda etmek zorunda kalır. Ancak önünde iki seçenek vardır. Ya kaderini kabullenip, asansöre binip diğer tarafa geçecektir ya da 49 Gün boyunca ailesi dışında, kendisini gerçekten seven 3 kişiden saf gözyaşı toplayacaktır. Görünürde kolay olsa da hayatının en zor işi olacaktır.



Image and video hosting by TinyPic

Sceduler: Yıl 2011 Azrail falan demode oldu tabii ki :) O Azrail değil ‘Sceduler’ Türkçeye ‘ruh bekçisi’ olarak çeviren arkadaş kimse tebriklerimi iletiyorum. İlk kez bu kadar güzel bir Türkçe çeviri gördüm diyebilirim. Ruh bekçisi çok ama çok tatlıydı. Onun hikâyesi de ayrıca hüzünlüydü ama ona sonradan değineceğim


Image and video hosting by TinyPic


Hang Kang: 30’lu yaşlarda ama duygusal olarak 12’den gün almamış :) Sevdiği kıza onu sevdiğini hiç söyleyememiş. Tam bir ilkokul çocuğu ‘Ne güzel olmuşsun’demek yerine ‘Bu ne kılık’diyen.. Azarlayan, üzen ama içinde fırtınalar kopan bir karakter.


Image and video hosting by TinyPic

Kang Min Ho: Beyaz atlı prens, kaderin Ji Hyun’un karşısına çıkardığı aşk.. Aynı zamanda Han Kang’ın ağabey gibi sevdiği bir arkadaşı. Amerika'da MBA yaparken tanışmışlar ve o zamandan beri arkadaşlar.


Image and video hosting by TinyPic
Shin Eun Jung:  Ji Hyun'nun en yakın arkadaşıdır. Okul yıllarında aynı evde yaşamış. Şimdi babasının şirketinde sekreter olarak çalışmaktadır. Bana Personal Tastedeki In Hee yi hatırlattı. Gerçekten bu kadar iyi olabilir mi? Diye sorgulaması kendine olan şüphesinden kaynaklanıyor aslında.



Song Yi Kyung: 5 yıl önce sevdiği birini kaybetmiş. Zaman o gün durmuş Song Yi Kyung için. O tarihten itibaren ruh gibi yaşıyor. Adeta yaşayan ölüdür. Shin Jin Yun'un planlanmayan ölümüne sebep olduğu için Ji Hyun 49 gün boyunca onun bedeni kullanacaktır.


Buradan sonra acayip SPOİLER – ÖN BİLGİ verebilirim. Vermeyedebilirim ama siz verecekmişim gibi düşünün :)


Bu arada ne işe yaradığını anlamadığım bir doktor, restoran personeli ve ikinci en iyi arkadaş var.


Bir tarafta defalarca ölmeyi denemiş biri, bir tarafta hayat dolu yaşamayı isteyen başka bir kız. İkisine de istediğini vermiyor hayat. Onlar için çizilmiş kaderin kendi istedikleri gibi olmadığını hatırlatarak.


Image and video hosting by TinyPic
Hang Kang, sessiz aşkı yıllarca içinde yaşadığı duyguların hiç tanımadığı yabancı bir kadının bedeninde hayat bulmasına şaşırsa da, sonradan olayı çözüyor. Oyuncuyu da karakteri de çok sevdim. Çok güzel, kahverengi gözleri ve anlamlı bakışları var. Bir çif gözden aşk ancak bu kadar güzel yansırdı. 'Birini sevmek belki de o daha fazla incinmesin diye seni yanlış anlamasına izin vermektir.'


Image and video hosting by TinyPic

Kang Min Ho, başlangıçta amacı Eun Jung ile birlikte Ji Hyunu kandırmak babasının şirketini ele geçirdikten sonra kaçmak olsa da, zaman içinde aile ve Ji Hyun'a karşı insani duygular beslediğini kendi de farketmedi. O yüzden kötüydü diyemiyorum. Kötülük yaptı ve cezasını çekti diyorum.


So Woo: Arkadaşına yapılan haksızlığı anladığı anda verdiği tepkiyle, hepimizin için soğuttu :)


Dizide çokça vurgulandığı gibi insanın duyguları her an değişebilir ve saf iyi ve saf kötü diye bir şey yoktur.


Image and video hosting by TinyPic

Yi So&Yi Kyung: Dizinin ortalarına doğru öğrendik ki; unutulamayan kiş Yi Soo, yani bizim Scedulermış. Sırf sevdiği kadını yeniden görebilmek için 5 yıl boyunca Sceduler olmayı kabul etmiş. Sonunda hayal ettiğinden çok daha ötede bir etkisi oldu sevgilsinin üzerinde.


Song Yi Kyung ciddi travmalar yaşayan ve tüm umutlarını Yi Soo’ya bağlamış. Terkedilmişlik, istenmemezlik duygusu yanlış bir şekilde o kadar içine işlemiş ki, ne yaşamaya ne de sevmeye gücü kalmamış. Birinin yoluna devam edebilmesi için, ona ne kadar değerli olduğunu hatırlaması gerekiyordu..


Ama bu çift O KADAR TATLI Kİ :) Oyuncuların arasında 7 yaş fark olduğuna inanabiliyor musunuz?

Image and video hosting by TinyPic
Image and video hosting by TinyPic


Daha fazla bölüm resmi için sizi şuraya alayım :)


Çiftlerden en azından bir tanesinin mutlu sonu olsun isterdim. Dramabeansin dediği gibi mantık olarak çok tatmin edici ama duygusal olarak hayal kırıklığına uğratan bir finaldi. Hele de Türk insanı gibi mutlu sonları seven bir milletin çocuğuysanız: D Kemalettin Tuğcu romanlarında bile sonunda mutlu olur karakterler. Kahramanın kitap boyunca çekmediği acı, yaşamadığı talihsizlik kalmaz, boğazınızı düğümler ama bilirsiniz ki sonunda bütün bu acılara değecektir.. Biz böyle gördük, böyle alıştık. Ne gerek var ezberimizi bozmaya? Ahhh bu Kore dizileri ahhh :)


Image and video hosting by TinyPic

49 Gün uğraştıktan sonra tam hayata döndüğünde sadece 5 günlük bir ömrü kaldığını öğrenmesi, ona atılan büyük bir kazıktı bence. ‘Bu sana verilen son zalimce hediye’ Shin Ji Hyun asansöre uğurlarken Scedulerın da gözlerinin dolması çok etkileyiciydi. İkisinin 49 Gün zarfında paylaştıkları arkadaşlık çok özeldi.


Lee Yi Woo’nun iki ayrı karakteri yumuşak geçişlerle ama çok net bir şekilde canlandırması çok başarılıydı. Bütün oyuncular başarılıydı gerçi.


'Seni tanıdığım için mutluyum'


Yaşam ve ölüm bizim aklımızın ermediği bir dengede ilerliyor. 49 Days bize hayatın siyah ve beyaz olmadığını, bazen insanın değiştirmeye gücünün yetemeyeceği şeyler olduğunu, savaşmak kimi zaman iyi olsa da, kimi zaman gelenleri sükûnetle kabul edip, yola devam etmek gerektiğini gösterdi. İslamiyette buna 'Tevekkül’ denir. Son olarak ‘I am Sorry I love You’dan sonra gözyaşlarımı tutamadığım ilk Kore dizisi oldu 49 Days. Kesinlikle izlenmeye değer olduğunu düşünüyorum. Mendillerinizi hazır edin ama :)


NOT: Resimlerin bazıları Koreafanstan alıntıdır.


Dizinin OST si çok güzel ama siz bir de Türkçe şarkılarla izleyin.. 2 şarkı ekledim sizin için :)


20/06/2011

İçerik Hırsızlığı

Arkadaşlar yeni bir post girmeden önce, beni ve bir çok blog arkadaşımı rahatsız eden bir durumdan bahsetmek istiyorum. 6-7 ay önce, biri ya da birileri bizim blog postlarımızdan yazıları derleyip kendine blog açmış. İlk gördüğümüzde uyardık ve blogunu kapadı. Ancak gördük ki yine açmış. Utanmadan, sıkılmadan HAKKIMDA yazısı dahil olmak üzere bütün blog içeriğini bizlerden kopyalamış. Noktası, virgülüne kadar. İsim verip de, hitini arttırmayacağım. Bilmenizi isterim ki BU BİR SUÇTUR. Fikir hırsızlığıdır. Daha önce de karşılaştığımız, sağdan soldan derlenen bilgilerle açılan sitelerin akıbeti malum.  TAŞIMA SUYLA DEĞİRMEN DÖNMEZ!!


Blogumda -pek çoğumuzun blogunda- harici istatistik programları var. Kim gelmiş, hangi saatte, hangi siteden gelmiş, IP nosu, yaşadığı şehir vs. Bütün bu bilgiler bir tıkla elimizin altında. Eğer yasal işlem başlatmak istersek, bunu yapmak çok daha kolay olur. Biz, iyi niyetli insanlar olduğumuz ve karşıdaki kişi ya da kişilerin belli bir yaş aralığında olduğunu tahmin ettiğimizden, fazla irdelemedik. Ancak iyi niyetin de bir sınırı var. Bir arkadaşımın Çatı Katı İlkay isimli blogu sistemli şekilde kopyalanıyordu. Kendisi bu konuda son derece açıklayıcı bir post yazdı ve dava açtı. Şu anda mahkeme aşamasında.


Söylecek sözünüz yoksa blog açmayın. Yorum yapmayın. Çoluk, çocuk deyip geçiyorum ama cidden sinir bozuyorlar. Esinlenmelere, İngilizceden çevrilen metinlerin kopyalanmasına falan ben kendi adıma aldırış etmiyorum. Ama bu kadarı da fazla. Son olarak aranızda varsa o kişi ya da kişileri okuyan buraya uğramasın!


EKLEME: Kendi adıma, emeğe saygı göstermeye çok dikkat ediyorum. Sadece dizi ve filmlerin caplerini Dramabeans blogunda alıyorum. HERKES GİBİ. Bunda bir sakınca görmüyorum çünkü: Özel bir çalışma değil ve aynı resimleri herkes videoyu durdurup çekebilir. Zaten bu gibi bloglar HOT LİNK yapmamak kaydıyla resimlerin kullanılmasına izin veriyorlar. Ancak olurda en ufak bir oynama varsa resimlerde kişiye özel, almıyorum o resmi. Yine de Hotlink yapmamak kayıdıyla, bu arkadaşlar resim üzerine kendi isimlerini-blog adreslerini yazarak, genell kullanıma açıyor yaptıkları çalışmaları.


HOTLİNK: Bir resim üzerine sağ tıklayıp, URL adresini kopyalarak, direk kendi site /bloguna eklemek. Bu şu açıdan kötü; resim siteleri belli bir kota veriyor kullanıcılara ve siz o urlyi direk alarak kişini kotasından yiyorsunuz. Aylık görüntülenme hakkını azaltıyorsunuz.

13/06/2011

So Ji Sub Yeni Coffee Prince -mi-?







12/06/2011

Mim -Bana da bulaştı-

Mss. Nefertiti ve Tarih84 Beni mimlemişler sağlı, sollu :) Mim yanıtlamayı sevmediğim halde bu iki güzel insanı kıramazdım. Tabii bu kıramama kısmında Neferititin tehditleri de etkili oldu :)


Hayalindeki meslek nedir? Hayalimde bir meslek yok aslında. Bana ihtiyaç duyulacak bir pozisyonda çalışmak isterdim. Ama illa hayalse bir ara radyocu olmak istiyordum :) 90'larda özel radyolar popülerdi ben de ona özenmiştim :)


Yazın sürmeyi en sevdiğin parfüm? Deodorant kullanırım genelde, parfümler pahalı malum :) Pazardan aldım adlarını bilmiyorum. Ünlü markaların taklidi. Onun dışında Rexona Soft Musk hafif ve hoş kokulu bir deodarant.


En önemli makyaj hileniz? En önemli makyaj hilem, makyaj malzemeleri alıp, alıp kullanmamak 10 yıllık farlarım var :) Onun dışında Missa BB Cream kullanıyorum. Kozmetik yasaklandı biliyorsunuz yurt dışı online alışverişlerde ve diğer ürünler içinde yılda sadece 5 kez alışveriş yapabilirsiniz. O yüzden artık alamayacağım sanırım bu ürünü :(




Çay mı kahve mi? Sütlü? Sütsüz? İkisine de çok düşkün değilim ama çay tercihimdir. İngiliz olmadığım için tabii ki sütsüz :)



Tam şu anda kucağınıza bir cin düşseydi ve 3 dilek hakkınız olduğunu söyleseydi, ne olurdu? Offf zor bir soru, ben dilek haklarımın çoğalmasını dilesem :) Bu da bir dilek sonuçta :P




  1. Önce kendim ve tüm ailem için sağlık dilerdim.

  2. Hemen 38 Beden olmayı dilerdim :)

  3. Para; kimseye muhtaç olmayacak kadardan biraz daha fazla param olsun isterdim. İstediğimi zorlanmadan alabilecek, canım istediğinde seyahate çıkabilecek, sağlık ile ilgili problemlerin parayla çözülebilen aşamalarında sıkıntıya düşmeyecek kadar param olsun isterdim.

  4. Gong Yoo yanıma gelsin, hatta bana aşık olsun isterdim ama bu dileklerim çoğalırsa isteyeceğim bir şey. Sadece 3 tane varsa, üç dileğimden biri bu olmaz :)


Kahvaltı, öğle yemeği, akşam yemeği ve tatli. Bu öğünlerden ömrünüz boyunca yalnızca bir tanesini seçmek zorunda kalsanız,hangisi olurdu? Gün içinde çok fazla açlık hissetmiyorum ama akşamları acıkıyorum. O yüzden akşam yemeği diyorum.


Eğer Hello Kitty olsaydınız, kurdelanız ne renk olurdu? Olmak zorunda mıyım? Hiç sevmem Hello Kittyi ama madem soruldu, kırmızı diyorum.


Eğer ömrünüz boyunca yalnızca bir tane takı takma seçeneğiniz olsaydi bu ne olurdu? Yüzük.. Hem belki bir gün anlamı olan bir yüzük takarım :) Evlilik yüzüğü değil de 'Couple ring' gibi :)




Sahip olmak istediğiniz bir yetenek? Ne gibi? Gerçekten işe yarar bir şeyse, matematik zekam olsun isterdim. Çok kaybettim okul yıllarında bu yüzden. Dile yeteneğim zaten var :P ama birden çok dili daha kolay ve kısa zamanda öğrenebilek isterdim :)  Ütopik bir şeyse, zaman da seyahat edebilmeyi. Geçmişte yaptığım hataları düzeltebilmeyi isterdim.


Bitince almaya devam edeceğiniz bir kozmetik ürünü? Missa BB Cream alabilirsem onu almaya devam edeceğim. Bir de nivea dudak koruyucu. Lip balm.


Eğer geleceği görme şansınız olsaydı, görmek ister miydiniz? Evetse tam olarak neyi görmek isterdiniz? Bilmiyorum, bu tarz bir bilgi her zaman mutluluk getimeyebilir. Sadece kendi seçtiğim bazı durumları görebilmeyi isterdim.


Gizli ünlü aşkınız kim? Gizlisi, saklısı mı kaldı? Topumuz niyetteyiz, en azından bir çocuğumuz :)Liste uzun aslında ama şampiyon belli :)



***Gong YOO***


Neden blog tutmaya başladınız? Yolu Wordpress'den geçen herkesin bildiği blog. Ofori. Googleda 'Çirkin Betty' dizisini ararken keşfettim onu. Baktım, şahane yazmış. Tam benim aklımdan geçenleri anlatmış. Sonra bir inceleyeyim dedim. Kore dizileri ve filmleri ile karşılaştım. Koyu bir muhabbete başladık blog üzerinden. Bana blog açmamı önerdiğinde direndim önce. Çünkü daha önce ne blog okurdum, ne de blog açma fikrini sıcak bakardım. Sanırım, aslında demek istediği 'uzun yorumlarınla blogumu işgal etmeydi' ha ha ha ama ben pek anlamadım. :) Ben daha çok, forum insanıydım ama tam o sırada üyesi olduğum bir forumda çok gereksiz bir tartışma yaşadım. Banlandım. Ben de dedim ki kendim yazarım kimseye ihtiyacım yok :) Öyle başladık işte :)

08/06/2011

Önce Nazlı ile Seoul Sonra Çingularla Büyükada


Nazlı Dawson’s Creek dizisi sayesinde tanıştığım, çocukluğundan beri tanıdığım ilk internet arkadaşlarımdan biri. Uzun yıllardır görüşmemiştik. Bu zaman için de büyümüş, çok hoş bir genç kız olmuş. Geçenlerde Facebookta dolaşırken, Secret Garden resimlerini gördüm profilinde ve çok şaşırdım. Hemen sorgu suale tuttum. Meğer çok severmiş Asya’yı, Korece öğreniyormuş hatta. Ben de Kore severlerden bahsettim, sık, sık toplaştığımızdan Kore Lokantasına gittiğimizden söz ettim. Hemen beraber gitmek üzere plan yaptık. Gittik de. Ramen zaten çok seven Nazlıcığıma değişiklik olsun diye, Bibimbap önerdim. Bütün bir kâseyi çubuklarla sonuna kadar yediği için tebrik ettim kendisini. :) Biz otururken bir grup Ajumma geldi karınca sürüsü gibiydiler. 15 dk içinde masada ne var ne yoksa süpürüp gittiler. Nazlı, bu buluşma da aramızda olacaktı ama iletişim eksikliğinde dolayı bir araya gelemedik ama olsun bir dahakine onu da grubumuza dâhil edeceğim. Düşünün ki Nazlıyı tanıdığımda ergenlik çağındaydı ama şimdi Kore camiasında rastladığımız, iki kelimede sinir krizi geçirten veletlerin aksine, çok tatlı ve aklı başında bir kızdı.



Gelelim diğer mevzuya bildiğiniz gibi blogdaşlar olarak ara, ara toplanıp hasret gidiyoruz. Kore dizi-filmleri sevmenin ötesinde arkadaş olduk hepimiz. Bu sefer adaya gidelim dedik. Havalar bir türlü güzelleşmeyince, Nisan ayında kararlaştırdığımız buluşma Haziran ayına sarktı. Biraz gecikmeli de olsa sözleştiğimiz saate yakın hepimiz adadaydık. Beni Anadolu yakasında bir başıma bırakanlara selam olsun :) Onlar Kabataş’tan cümbür cemaat eğlenerek gelirken, ben Bostancı'dan boynum bükük bir başıma bindim motora (fonda acıların kadınıyım şarkısı ha ha ha)


Neyse hiçbirimiz piknik alanın nerede olduğunu bilmiyorduk. Sorduk, düz gidin dediler. Gittik.. Gittik… veeeeee gittik :) Yol bitmedi bir türlü. Tam 1 saatin sonunda Dilburnu piknik alanına vardık. Yol üstündeki küçük büfeleri daha iyi bir yer buluruz ümidiyle es geçtiğimiz için içecek almak üzere Nilü, Lee ve Masalevi’ni geri gönderdik. :)



İçeri girdik ama yer bulamadık, kilim falan da getirmediğimiz için mecburen yere oturduk. Zar, zor bulduğumuz kartona getirdiğimiz mamaları yerleştirdik. Lee’nin ellerimle yaptığım dediği patates salatası ve sigara börekleri, benim anneme yaptırdığım kısır, elmalı kurabiye, çeşit, çeşit börekler vardı hepsinin tadına baktık ama bitiremedik.


Genç sevgili gençleştirir diye biliyorum ama genç arkadaşlarda gençleştiriyor ha ha :) Ortokul yıllarımıza geri dönerek şişe çevirmece oynadık :D Bana gelen ‘Gong YOO’dan sonra en sevdiğin Koreli aktör kim’ sorusuna daha ağzımı açmama fırsat vermeden bütün arkadaşlar ‘Hyun Bin’ dedi ha ha. Seviyorum sizi, ne diyeyim.



Her adımda durup, fotoğraf çektik. Nefim zaten bu konuda sınır ve rakip tanımıyor artık öğrendik. Ancak Lee’nin ondan aşağı kalır bir yanı olmadığını gördüm. Biz Lee ile yine bir pazarlığa giriştik Gong Yoo ile ilgili. Bak o Gong Yoo yazısını silersen seni sevebilirim Lee ha ha :P


Arkadaşlar yol boyunca kokudan şikâyet edip durdular, özellikle Lee ve sırf bu yüzden dönüşte de faytona binemedik ühü hühü valla pestilim çıktı. Artık dayanamayıp yine 'koku' diyen Lee ve diğer arkadaşlara dönüp 'Paşazade misiniz hepiniz, şehzade soyundan mı geliyorsunuz' diye isyan ettim :) Ada bu arkadaşlar, atlar var. Kokar normaldir yani. Neyse Masalevi döndü bana 'Bu anne azarı gibi oldu' dedi. Koptum o anda tabii ki :) Adım, adım iskeleye doğru ilerlerken yine durduk, yine resim çektik. :)



Söylememe gerek var mı? Bilmiyorum ama biz her zaman ki gibi çok eğlendik. Kafa dengi ve uyumlu arkadaşlarla geçirilen zaman su gibi akıyor. Daha gün bitmeden bir sonra ki buluşmanın planını yapmıştık. Gerçekten böyle arkadaşlarla tanıştığım için şanslı olduğumu düşünüyorum. Hepsi akıllı, tatlı, uyumlu ve düzgün insanlar. Valla siz gelmeyin daha biz her geçen gün daha fazla eğlenip, bir sonraki buluşmayı iple çekiyoruz :)



04/06/2011

En Acıklı 5 Nostaljik Türk Filmi

Sanırım 49′Daysin yarattığı duygu yoğunluğundan olsa gerek, aklıma hem çok sevdiğimiz, hem de biraz küçümsediğimiz eski Türk filmleri geldi. Kore dizi-filmlerini biraz da bize, bizi hatırlattığı için sevmiyor muyuz? Pek çoğumuzun film beğenme kriterimiz 'çok güzeldi, çok ağladım' değil mi? Bu bir mim başlangıcıdır yanıtlamayanlara küseceğim o derece :P



Canım Kardeşim


Konusu: Küçük Kahraman, ağabeyi ve ağabeyinin sadık arkadaşı Halit,birlikte yoksul ama neşeli bir hayat sürdürmektedir. Devamlı bir işleri olmayan ve günlerini daha çok aylaklıkla geçiren bu ikilinin tek amacı Küçük Kahramanın okuması ve hayatını kurtarmasıdır. Parasızlığa rağmen keyifli bir hayat geçiren bu küçük ailenin mutluluğu öğretmenin Kahramanla ilgili bir gerçeği ortaya çıkarmasıyla son bulur. Yapılan sağlık taramalarının ardından kan kanseri olduğu anlaşılan Kahramanın en büyük isteği ise bir televizyondur. Halit ve ağabey bundan sonra tüm güçlerini bir televizyon alabilmek için harcayacaktır.


Ahh çocukluğumu, ilk gençliğimi ömrümü tüketti bu film. Ne zaman izlesem ağlarım. Küçükken daha duygusaldım elbete o zaman daha çok ağlardım. Ölmek üzere olan ne hayatı, ne ölümü anlayamamış bir çocuk. Tek bir isteği var Televizyon. Bugün herkesin evinde ikişer, üçer tane olan bir eşya. Hatırladığım bir şey daha var, ölecek diye çocuğun son arzularını yerine getirmeye çalışıyorlar.. (ağlama molası, yazarken bile gözlerim doluyor) Bunlardan biri de lokantada yemek yemek. Hesabı ödeyemiyorlar. :( Kardeşim olmasa da bu kadar etkilenir miydim? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey yıllar sonra bile gözlerimi doldurmayı başarıyorsa 'ajitasyondan' çok daha fazlasıdır bu film ki pek çok ödül almış olduğunu okumuştum. Daha fazla anlatamayacağım bulun izleyin işte :)



MİLYARDER


kl

Tam olarak acıklı diyemesek de hüzünlü bir filmdir 'Milyarder' trajikomiktir belki de. Her yılbaşı öncesi mutlaka bir kere gösterirler. İbret-i alem olsun diye midir nedir? Bilmem :) Mesut, Mesudiye (Ordunun ilçesi yanılmıyorsam) isimli küçük bir kasabada yaşayan kendi halinde bir istasyon şefidir. Bir gün, yılbaşı arefesinde bir piyango bileti alır ve büyük ikramiye onun biletine çıkar. Bu olayla birlikte bütün hayatı değişir. Çok sevdiğim şeyleri anlatamıyorum ben. Yine ara verdim ve bir türlü toparlayamadım cümlelerimi. Özetlemem gerekirse kendi küçük dünyasında mutlu olan 'Mesut' inandığı herşeyin bir yanılsama olduğunu, kimsenin onu olduğu gibi sevmediğini anlar. Para henüz eline geçmeden, adı bile hayatın gerçeklerinin su yüzüne çıkmasını sağlar.



HIÇKIRIK



Benim en sevdiğim Romantik Türk filmidir. Kerime Nadir'in aynı adlı romanından uyarlamadır. Kerime Nadir olmasaydı Türk sineması ne yapardı kim bilir? Gencecik Ediz Hun ve Hülya Koçyiğit, bence Türk sinemasında birbirine bu kadar yakışan başka bir çift yok. Rivayet odur ki, şöhretlerinin ilk yıllarında Ediz Hun gerçekten Hülya Koçyiğite aşık olmuş ama o zaman ününün doruğunda olan genç ve güzel oyuncunun annesi bu beraberliğe izin vermemiş. Filme dönersek, aniden annesini kaybeden Kenan, üvey annesinin kendisini istememesiyle daha da bedbaht olur. Bir tesadüf sonucu öğrenir ki aslında babası da üveydir. Bu da bugüne kadar yaşadıklarına açıklık getirir. Küçük yaşına rağmen çevresinde olup bitenin son derece farkında olan Kenan evde istenmemesi üzerine kendisine acıyan aile dostlarının himayesine girer. Böylece Nalânla olan aşkı başlar. Nalan'ın annesi yoktur ve Kenana önce hiç sahip olamadığı kardeşi gibi davranır. Kenan bana sorarsanız çocukken bile Nalan'a kardeş gözü ile bakmamıştır. Hafızamda unutulmaz repliği ile yer etmiştir. Edebiyat derslerinden hatırlarsanız 'Nalan' ağlayan 'Handan' gülen demektir. 'Belki, Nalan'ın ağlattığını Handan güldürür' der Kenan lohusa yatağında Nalan'ın. Nalan başkasıyla evlenmiştir elbette, son ana kadar duygularını itiraf edemez. Son nefesini Kenan'ın kollarında verir.



DÖNÜŞ



İbrahim daha iyi bir hayat hayali için Almanya'ya gider karısını ve çocuğunu köyde hasretle bırakarak, 'medeniyete' doğru yola çıkar. Kocasının yokluğu sırasında köyün kötü kalpli ağası Gülcan'a göz koymuştur. Onu elde etmek için zor kullanmak dahil her şeyi yapar. Küçük ve acımasız her yerde olduğu gibi hakkında dedikodu yayılır Gülcan'ın. Kocası ise Almanya'da başka bir kadınla evlenmiştir. Ondan bir de çocuğu vardır. Filmi unutulmaz yapan en önemli unsur, Seha Okuşun o büyüleyen sesinden 'Hasretinle Yandı Gönlüm' şarkısının çalmasıdır. Çocuğunu gömmeyi reddetmesi, köylünün onu ikna çabası.. Boğanıza bir yumru gelir oturur tüm bu sahneler boyunca. Hele finali 'Dönüşün böyle mi olacaktı İbrahim'? Son olarak Alman kadından olan çocuğu alması ve yine fonda Seha Okuş'un sesi. Türkan Şoray'ın oynamayan, adeta karakteri yaşayan performansı, bu filmi en iyiler arasına sokmaya yeter de artar bile.


KESİNLİKLE GÖRÜLMELİ! Bir de Sultan gelin vardır Türkân Şorayın unutulmaz filmleri arasında ama o da aslında bütün bu filmlerin her biri  gibi, apayrı bir yazı konusu olmayı hak ediyor. Son olarak bunu mim yaparak; Tarih84'e, Nefertiti'ye, Arwen, Masalevi'ne yolluyorum. Bunu okuyan bütün blogdaşlar mim severler diye biliyorum ama istemeseler de iki, üç satırda olsa kendi sevdikleri filmleri yazarlarsa sevinirim.