31/12/2014

Mutlu Yıllar



 

Bloguma uzun zamandır yazı girişi yapmadığımın farkındayım. Mazeretim var ama iş buldum :) Bu sefer kalıcı gibi görünüyor. Çok büyük bir sorun olmazsa önümüzdeki uzun yıllar boyunca buradayım. Yani uzun yıllar yaşayacağımı varsayıyorum tabii :p Yeni yıl hepinize sağlık, huzur, mutluluk AŞK getirsin. Dizilerde gördüğümüz o mükemmel ikinci adamlar karşınıza çıksın ve bir kez olsun esas oğlanlarını tahtını elinden alsın :) Hala bekliyor ve hala okuyorsanız teşekkür ederim. Ben 2015'te de buralarda olmayı planlıyorum. Söz bu sefer daha sık uğramaya blog yazmaya gayret edeceğim. 2015 ümit ettiğiniz bütün güzellikleri beraberinde getirsin. 


SEVGİLER....

02/11/2014

Beyaz Düşler - Nora Roberts

Image and video hosting by TinyPic

Çocukluk yılları boyunca evlerinin arka bahçesinde hayali düğünler düzenleyerek oyunlar oynayan dört arkadaş için çiçekler, fotoğraflar, tatlılar ve diğer tüm ayrıntıları yaşamlarının bir parçasının haline gelmiştir.


Çektiği fotoğraflar gelin dergilerinin kapaklarını süsleyen Mackensie Elliot, arkadaşları arasındaki adıyla Mac, hayatında çocukluğunda kendisinin yaşayamadığı mutlu anları fotoğraflarıyla ölümsüzleştirmeye adamıştır. İkinci evliliğini yapan babasını neredeyse hiç görmeyen, sürekli sevgili değiştiren annesiyle de sorunlar yaşayan sonunda mutluluktan umudu kesen Mac için her şey, önemli bir düğün görüşmesi öncesinde, müstakbel gelinin erkek kardeşiyle karşılaştığında değişecektir.


Beyaz Düşler, Nora Roberts'ın dört kitaplık gelin serisinin ilk kitabı. Mac, Laruie, Parker ve Emma kendi düğün organizasyon şirketlerini kurmuş çocukluklarından beri arkadaş olan dört kadın. İlk kitapta fotoğrafçı olan Mac'in hikayesi ile tanışıyoruz.  Edebiyat öğretmeni olan Parker ile birbirinin zıttı olan karakterlerinin aslında birbirlerine aşık olmalarında en büyük etkenlerden biri olduğuna tanıklık ediyoruz. Parker'ın sıkıcı görünen kişiliğin altındaki romantizmi ve tutkusu bizi şaşırtıyor. Mac'in bir taraftan özgürlüğüne düşkün, öte yandan bir kedi yavrusu gibi sevilmeye eğilimli tavrı ikilinin ilişkilerine renk katıyor ve bizim de sıkılmadan okumamıza sebep oluyor.

Kitabı beğendim, kendimi o dört arkadaşının yanındaymış gibi hissettim. Bunun bir filmi çekilse ne güzel olur diye düşündüm. Hafif, romantik hem yaza hem de dingin kış günlerine yakışacak bir hikaye olduğunu düşünüyorum. Yazarın dili akıcı, eğlenceli ve romantik. Çeviri de kötü diyemem, çok fazla hata yoktu ama bir kaç kelime cidden göze batıyordu. Örneğin: Damdonör. Nedime-Baş nedime demek varken neden bu kadar kulağı tırmalayan, bilinmeyen bir kelime seçilmiş anlamadım. Seri okumaya alışkın değilim ve genelde unutuyorum takip etmeyi ama kitabın devamın almayı düşünüyorum. Ağır kitaplardan sıkıldıysanız Beyaz Düşler tavsiyemdir.

29/08/2014

Ses Veriyorum :) İki Yeni Dizi ve Dahası

Koca bir yaz geldi geçti ve ben bir şeyler izlememe not almamam rağmen hiç bir şey yazmadım.  Tabii ki blog alemi de ben yazmadım diye çökmedi :) Ya da ne olur yaz diyen kapımı aşındıran okuyucular olmadı. Sahi neden olmadı ki? :P  Sıcaktan, hevessizlikten, aldığım deneme çevirisini bitirme telaşından pek yazmak gelmedi içimden. Ama Kore'de yeni sezon başladı. İzlediğim şimdilik çok keyif aldığım iki dizi var.



 

Its Ok Its Love: Sevdiğimiz oyuncular toplanmış bize bir dizi yapmak istemişler. Daha doğrusu Gong Hyo Jin ve Jo In Sung. Dizinin ilginç bir konusu var. Kız psikyatr ama kendi sorularını çözemiyor.  Yıllar önce annesini engelli babasını aldatırken görmüş ve kafasında cinsellikle, erkeklerle ilgili negatif fikirler oluşmuş. Bu dizi de başrol oyuncularının uyumu ve konusu açısından oldukça ilginç ve izlenesi. Gong Hyo Jin zaten komşu kızı imajıyla hepimizin sevdiği bir kişilik. Bakarsanız aslında yüzü klasik anlamda Kore'nin güzellik kalıplarına uymuyor. V biçimli değil basık bir yüzü var. Burnu hokka gibi değil ama güzel bir kadın yine de. Sıradan bir güzelliği var belki de onu özel kılan bu görünüşü. Ben oyunculuğunu da beğeniyorum aşırıya kaçmadan yalın ve gerçekçi bir şekilde canlandırıyor bütün oynadığı karakterleri. Bu diziye de henüz izlemediyseniz az kaldı bitmesine sanırım. İzleyin diyorum, tavsiyemdir.

 




Disvovery of Romance: Discovery of Romance dizisinde Eric Moon ve Jung Yumin yine beraberler ve çok sevimli, eğlenceli bir diziyle ekranlara döndüler. Akıllı yapımcıları seviyorum. Bir çift yakışıyor diye sürekli birlikte rol almasınlar elbette ama var olan kimyayı da harcamak aptallık. Bakınız Çalıkuşu bitti ama Burak ve Fahriye bir filmde yine beraber oynayacaklar. Her ne kadar dizi hüsranla sonuçlansa da - saçmaladığı için- oyunculuklar çok iyiydi.  Ben Eric Moonu birazcık çok azıcık Gong YOO'ya benzetiyorum. :) Onun kadar şahane bir gülüşü yok ama kendisinin de hatırı sayılır bir albenisi olduğu yadsınamaz bir gerçek. Değil mi? Bakalım ilerleyen bölümlerde saçmalamazlarsa şimdilik keyifli ve eğlenceli gidiyor. Aralarda röportaj tekniği ile karakterleri konuşturmaları da hoş, değişik bir ayrıntı olmuş. Dizinin senaristi I need Romance'i yazan kişiyimiş. Dolayısıyla izleyenler benzerlikleri yakalayacaklardır. Ben izlemedim, bilmiyorum. Bu arada Coffee Prince'in senaristi de yeni bir diziye başlıyormuş onu da merakla bekliyorum.


Bunun dışında yeni başlayan yabancı dizi Outlanderı da seyrediyorum. İzlediğim/izlemeyi düşündüğüm Türk dizileri, devam eden ABD dizileri var..  Yeni sezonda özlediğimiz dizilerimize kavuşacağımız için çok mutluyum. Özellikle Revenge ve Vampire Diaries'te neler olacağını çok merak ediyorum. Şimdilik bu kadar. Eğer enerji bulursam daha detaylı yazarım.


13/07/2014

Aşk Adında Hayat - Michael Lee West

Image and video hosting by TinyPic

Gerçek aşkı bulmak mı, yoksa ondan kaçmak mı daha kolay?


Teeny Templeton, sonunda kaderin ona da güldüğünü düşünmektedir. Evlenecektir, kendi düğün pastasını kendisi yapacaktır ve o sıkıntılı geçmişini ardında bırakacaktır. Ta ki nişanlısını kendi evlerinin şeftali bahçesinde iki kadınla yakalayana kadar… Hem de çırılçıplak bir haldelerken...

Bu skandalın ardından düğünleri iptal olur. Ne var ki Teeny'nin başına gelenler bununla sınırlı kalmayacaktır. Nişanlısı bu olaydan birkaç gün sonra ölü bulunur ve herkes Teeny'nin suçlu olduğunu düşünür.

Tek umudu, artık başarılı bir avukat olan ilk aşkı Coop O'Malley'dir. Ancak onunla yüzleşmek demek, geçmişle de yüzleşmek anlamına gelmektedir. Peki, Teeny başına gelenlere rağmen kalbinin sesini dinleyip karşısındaki bu adama yeniden güvenebilecek midir?

 

Arkadya Yayınlarından yine çok güzel kapaklı bir kitapla karşı karşıyayız.  Aşk Adında Hayat çok eğlenceli, romantik ve sürükleyici. Yaz aylarında yormayan, sıkmayan ve gülümsetecek bir kitap arıyorsanız Aşk Adında Hayatı öneririm. Yalnız bu seri, 'Aşk Adında Hayat' serinin ilk kitabı. İkinci kitap ise sıcağı sıcağına raflarda yerini aldı. 'Geçmişin Gölgesinde Aşk' Bu sefer Teeny ve erkek arkadaşının birlikte hayatına ve geçmişten gelen sürpriz sorunlara tanık oluyoruz.


Kitabın ana karakteri Teeny, pastacılık konusunda son derece yetenekli bir kız. Bütün duygularını pastalarla, keklerle ifade edebilir. Ne var ki bu tatlı, masum kızın hayatı nişanlısının ihaneti ile 180 derece değişir. Kendisini elbette işlemediğini bildiğimiz bir cinayetin bir numaralı sanığı olarak bulur. Bu işin içnden nasıl çıkacağı ise koca bir muammadır. Tabii ki hikayeyi eğlenceli hale getiren de bu bilinmezlik öğesi :)

Teeny sizi hem eğlendiriyor hem de katil kim sorusuyla baş başa bırakıyor. Gerçi ben yılların verdiği tecrübe ile çözdüm olayı ama insan yine de emin olamıyor. Yalnız size şu kadarını söyleyeyim bir romanda-filmde-dizide herhangi birinin söz konusu suçu işlemek için birden fazla sebebi varsa ve en baş şüpheli o karakterse KESİNLİKLE bahsi geçen suçu-cinayeti o işlememiştir. Yapmak istese bile eline fırsat geçmemiştir. Dolayısla masumdur.

Arkadya yayınları çevirileri ile, kitap tasarımlarıyla, yüzleri gülümseten hikayelerle okuyucuları mutlu etmeyi başarıyor. Aşk Adında Hayat benim çok severek okuduğum bir kitap oldu. Öneririm.

08/06/2014

Queen - Sevimli Bir Hint Filmi



Rania, Reina, Rani, Rana kelimelerin kökenini bilmiyorum ama ne tesadüftür ki, hepsi 'kraliçe' anlamına geliyor. Raniye sevgilisi 'kraliçem' diye hitap ediyor. Öylesine sevimli, öylesine romantik.  Gel gör ki,  Raniyi düğünden iki önce birbirlerine uygun olmadıkları gerekçesi ile terkediyor. O ana kadar kurduğu bütün hayaller, yapılan bütün hazırlıklar yerle bir oluyor. Ancak Rani o kadar zaman kurduğu hayalden vazgeçmiyor ve tek başına da olsa balayına gidiyor.

 


'Birinin ismini ver, ona da itaat etmişimdir'


Rani'nin en sevdiği şehir Paris...  Onun ki; Amsterdam. Paris, aşıklar şehri. Rani bu şehirde yalnız kalacağını hiç düşünmemişti elbette. Orada tanıdığı seksi, güzel ve arkadaş canlısı Vijalay ile arkadaş oluyor. Fazlasıyla rahat olan bu kız, Rani'yi kötü etkiliyor mu? Hayır bence... Sınırlarının bir parça da olsa genişlemesine, rahatlamasına yardımcı oluyor. Rani sorgusuz sualsiz bütün büyüklerine, nişanlsına itaat ettiği halde, neden terkedildiğini sorguluyor.




Rani ve Amsterdam'daki arkadaşlarının maceraları hem çok komik, hem de çok sevimli. Tabii ki nişanlısının kuyruğunu sıkıştırıp, geri döndüğünü söylemek spoilera girmez. Bunun olacağı zaten belliydi. Ama işte giden, döndüğünde her şeyi bıraktığı gibi bulabilecek mi? Asıl sorun bu. Kırılan kalpler aynı kişi için bir daha eskisi gibi atabilir mi? Hint filmi deyince akla ilk gelen türden bir yapım olmasa da, gişede oldukça başarı etmiş Queen. Başrol oyuncusu da görüldüğü üzere çok sıcak ve sevimli bir portre çizmiş. Şunu da eklemek isterim ki, insanı bayıltan uzun bakışmalar, kapı gıcırtısına dans eden karakterler yok bu filmde.




Rani saf, sevimli ama aptal değil. Kendi kabuğundan hiç dışarıya çıkmamış Rani, Amsterdam da arkadaş ediniyor. Mini Birleşmiş Milletler gibi bir grup oluyorlar :) Queen- Kraliçe geleneksel değerlerle büyümüş, hiç kimseye itiraz etmemiş, hep iyi bir kız olmuş Rani'nin kendini keşfetme öyküsü bu film. Fimle ilgili ne anlatacağımı bilemiyorum aslında. Hint sinemasında örneğini görmediğimiz türden bir film olduğunu söyleyebilirim. English -Vinglish beğendiyseniz o tarzda bir Hint filmi. Hint filmlerini seven, herkese öneriyorum. Pazar sineması için hafif ve sevimli bir 'kız filmi' arıyorsanız, izleyin derim.


29/05/2014

Kore Yemekleri Yarışması

Az önce facebookta gördüm. Başvuruların bitmesine bir gün kalmış. Bilenler, biliyordur. Bilmeyenler için de ben haber vereyim. Belki isteyen bir kişiye vesile olur haber :) Resimde herşey yazıyor zaten. Ben tekrar yazmayacağım. İyi  şanlar katılacak olan herkese.


25/05/2014

Senin Hikayen - Timuçin Esen


Büyükanneler onarım işinde uzmandırlar. Yaralanmış dizleri, oyuncak bebekleri ve hayatları onarırlar.


Açıkça söylemeliyim ki filmi Timuçin Esen oynuyor diye izlemek istedim. Hani hikaye beni çekmeseydi de, hatırına izlerim diye düşünüyordum. Ben bir oyuncuyu beğendiğim de, bütün yaptığı işleri merak ederim. Hele görece daha az 'ünlü' daha az 'popüler' ise istiridye içinde inci tanesi bulmuş gibi hissederim. Timuçin Esen benim için böyle bir oyuncu. Çok yakın zamanda bitişinden 7 yıl sonra keşfedip, bağımlısı olduğum Hırzı Polisteki Çınar karakterinden sonra diğer projelerini de izlemeye karar verdim. Senin Hikayen ile başladım.

Filmin konusuna gelirsek: Hakan ve Esra 7 yıllık evli ve hala birbirlerini çok seven mutlu bir çifttir. Esra yabancı bir firmada iyi bir pozisyonda çalışmaktadır. Hatta yurt dışından teklif almıştır. Hakan bir ajansta çalışmaktadır. Eğlenceli, sevimli, renkli bir karakter.


Çocuk sahibi olup, olmamak konusunda kararsız olan Esra ve Hakan, Hakan'ın annesinin babanne olmak istiyorum ısrarlarına, direk ve dolaylı sözlerine maruz kalıyor. Anneye en başta çok kızdım. Çok sinir oldum.  İki kişinin vermesi gereken bir karara sevimli- iyi niyetli de olsa müdahale ettiği için. Ancak daha sonra bunun sebebini öğrendiğimizde daha bir empati yaklaştım. Annenin hasta olduğunu filmin başında öğreniyoruz ama bu bize duygu sömürüsüne girmeden, yalın bir gerçek olarak sunuluyor.




Senin Hikayen şehirli ve modern bir çift olan Hakan ve Esra'nın bebek sahibi olmaya karar verme süreçlerini ve bebek sahibi olduktan sonra yaşadıklarını net bir dille anlatıyor. Evli ve çocuk sahibi olan herkesin -onların bekar arkadaşlarının bile- kendinden pek çok şey bulabileceği bir film.



Yalnız izlerken aklıma takılan birkaç şey oldu. Esranın kendi ailesi, akrabası filan yok muydu? Film boyunca bırakın görünmeyi bahsi bile geçmedi. Bir de neden eşinin anne ve babasına 'teyze' ve 'amca' diye hitap ediyor bunu da anlamadım. Bunun dışında fazla eleştirel gözle izlenmemeli bence. Elbette bu benim şahsi fikrim. Neden derseniz, Amerikayı yeniden keşfetmeyi vaad etmiyor. Size romantik, şehirli ve gerçek bir öykü anlatmak üzere yola çıkan bir yapım.


Neticede sıcak, eğlenceli, yormayan, sıkmayan bir film. Biz bekarlara da, evlilik ve çocuk o kadar korkunç bir şey değildir. Evlendikten sonra da mutlu olabilirsiniz mesajını veriyor alttan :) Hayatın içinden pek çok duyguyu bulabileceğiniz, yüzünüzde tebessüm bırakacak bir hikaye 'Senin Hikayen'. Hemen sonrasında göz pınarlarınız yaşla dolması ihtimali de çok yüksek. Sinematografik olarak da genel olarak verdiği pozitif mesajı vurgular nitelikte aydınlık, güneşli sahneler mevcut.




Özetlemek gerekirse, özelllikle bir Pazar gününde keyifle izleyebileceğiniz, izlenmeye değer bir film. Yönetmen Tolga Örnek kendi yaşamından esinlenmiş bu projede. Hatta Derinin 3 yaşındaki yani en son halini oynayan çocuk Tolga Örnek'in kendi oğlu. Kamera önünde ve arkasında Timuçin Esen'in çocuklarla ne kadar iyi anlaştığını da görmek ayrıca keyifli. Bu filmin yapım sürecinde kendisinin de baba olmaya hazırlandığını ve kısa bir süre sonra bir kızı olduğunu düşünürsek, onun içinde keyifli bir pratik olmuştur diye tahmin ediyorum :) Ben beğendim ve tavsiye ediyorum. Özellikle Türk filmlerine şans vermek isteyenler için doğru bir başlangıç diye düşünüyorum.



Bir de şu Timuçin Esen'in göz altı torbalarına bir çare bulsak çok iyi olurdu. Ben de çok yorgun ve çok yaşlanmış bir imaj yaratıyor. Halbu ki kendisi daha genç ve dinamik bir oyuncu.




 

Son olarak Cem Adrian'nın seslendirdiği 'Ben Seni Çok Sevdim' şarkısını MUTLAKA dinlemelisiniz. Bir şarkı, bir filmi ancak bu kadar bütünler, ancak bu kadar uyar hikayeye.

 

İZLEYELİM! DİNLEYELİM!




 


23/05/2014

Eldivenler Hikayeler - Murathan Mungan



 

'Onu hiç tanımadım, ama hala seviyorum'


Eldivenler- Hikayeler; Murathan Mungan'nın biribirinden bağımsız 10 hikayesinin yer aldığı bir kitap, bir solukta okunacak türden. Ben yazarın tarzını anlatımını, kelimlerle dansını hep çok sevmişimdir. O yüzden benim için her bir cümle, her bir hikaye son derece değerli.


Kitabı almamı sağlayan 'Eldivenler' hikayesi oldu. İçine kapanık bir adamın, bir anlamda görücü usulü ile evlendiği karısıyla geçmişini ve duygularını tahlil etmesini, zaman geçtikçe ona daha çok bağlanan eşinin gözünden anlatılıyor bu öykü.


Geçici Kesinlikler kitabın son ve en çarpıcı hikayesi. Birbirini hiç görmeyen ama görmüş olsalardı kesin beraber olacak iki kişi, bir yokuşun bir başında, biri diğer ucunda. Biri aşağıdaki yolu kullanırken, diğeri yukardakini kullanıyor. Birbirlerine çok yakın olduları halde, hep teğet geçiyorlar.



Kaset ise kitapta sevdiğim bir diğer hikaye. Gazetici bir kadının kendi yaptığı röportaj kasetini asistanının değil de, kendisinin çözmek zorunda kalmasıyla, kendinden bile gizlediği bir gerçek ortaya çıkıyor. Arkadaşım dediği insanla ilgili farkına varmadığı negatif bir hissinin olduğunu anladığında, bu gerçek içini acıtıyor.


Kitaptaki kalan hikayelerde güzel ama beni en çok etkileyen bu üçü oldu. Sizde özellkle 'Çağdaş Türk Edebiyatı' seviyorsanız, hiç düşünmeden mutlaka alın. Ama söylemeliyim; eğer çiklit, romans türü kitaplara alışıksanız dili size biraz sıkıcı gelebilir. Bunu severseniz eğer '3 Aynalı 40 Oda' ve 'Kadından Kentler' kitaplarını da öneririm.


NOT: Ülke gündemi hala karmakarışık, kimsenin içinden gelmiyor belki kalem oynatmak, ama yavaş, yavaş hayata devem etmek gerek. Epey beklettim bu yazımı da. Daha 'aydınlık' günlerde. Daha neşeli yazılarda görüşürüz umarım.


08/05/2014

Her - Aşk / Teknoloji Hayatımız Olunca



 

Theodore Twombly hayatını, yakın gelecekte nadir bulunan bir şeye dönüşmüş olan el yazımı mektupları yazarak kazanmaktadır. Ve bu yıllarda insanların işlerini artık bilgisayar programları yerine getirmektedir. Theodore, karısından boşandıktan sonra bir apartman dairesinde tek başına yaşamaya başlar ve bir gün karşılaştığı bir teknoloji reklamıyla birlikte hayatı değişir. Kusursuz bir yapay zeka programı sunan yeni bir işletim sistemi, onu son derece çekici bir kadın olan Samantha ile tanıştırır. Sanal bir varlık olan ve sadece bir sesten ibaret olan Samantha, Theodore'u dünya ve hayat üzerine sorduğu sorularla birlikte bambaşka bir gerçeklikle tanıştırır. Ağır bir depresyonun içerisinde olan Theodore, yavaş yavaş hayatın keyifli yanlarını fark etmeye başlarken yapay zeka programıyla arasındaki ilişki de gitgide tuhaflaşır. (beyazperde.com'dan alıntıdır)


 

İnsan oğlunun sevgi ihtiyacı teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin geçmiyor. Hani meşhur piramitteki gibi. En tepede kendini gerçekleştirme, sevilme hissiyatı gerkesinimler listesinde fiziksel ihtiyaçlarımızdan sonra en başı çekiyor. 'Her' belki de bu düşünceden yola çıkmış yalnız ve depresyonda olan Theodore'un hikayesi.


 

Samantha yaşadıklarıyla deneyim kazanan, öğrenen yapay zekaya sahip bir işletim sistemi. Saniyeler içinde binlerce sayfalık kitapları okuyabilen, ses tonundan duygu değişimini anlayabilen bedensiz bir varlık. Thedore is kalabalıklar içinde yalnız olmanın canlı bir örneği. Nuhun gemisine paraşütle atlamış gibi.


Samantha ile aralarındaki yakınlık hem çok gerçek hem de bir taraftan bir ilüzyon gibi. Filmde teknolojinin hayatımızın bu kadar içinde olmasının iyi ve kötü yanları çok üstüne basmadan ama yeterince açık ifade ediliyor. Akıllı cihazlar -sadece telefonlar değil- hayatımızda hızla yer edinirken, biraz gerçeklikten koparıyor mu bizi? Ya da belli ölçüde tembelliğe ittiğini söyleyebiliriz sanırım.



 

'Her' bir anlamda aşk denen duygunun kendisinin önemli olduğunun mesajını veriyor. Aşkın yöneltiği kişi ister sanal olsun, ister gerçek yaşanan duygunun daha az yoğun olduğunu göstermez bu. Theadore sadece Samanthaya aşıkken, Samantha hızlı öğrendiği hayat tecrübeleriyle birden fazla kişiyi sevebiliyor. Hatta yüzlercesini aynı anda... Ben sonsuza kadar mutlu yaşadılar gibi bir son beklemiyordum elbette. Bu şekilde de izlemeyin spoiler değil bu. Karamsar bir atmosferde ilerliyor film ama çok enteresan. Yalnız ve romantik bir adamın kalp kırıklığını onarma ve hayatına devam etmeye çalışmasının hikayesi.



 

Aşk deliliğin toplum tarafından kabul gören halidir.



Ama kalp içini doldurabileceğin bir kutu değildir. Sevdikçe büyümeye devam eder. Ben senin gibi değilim. Ama bu seni daha az seveceğim anlamına değil, aksine daha çok sevdiğim anlamına geliyor.


Bu çok saçma. Ya benimsindir, ya da değilsindir.


Aklında, kalbinde başka 'biri' varken, karşına çıkan fırsatları da görmek mümkün olmaz pek.



Theadore, Samanthayla geçirdiği zaman diliminde çok mutlu ve pozitif. Aslında bu kadar romantik bir adamın neden yalnız kaldığını anlamakta zorlanıyor insan. Aşk kapıda beklemiyorsa bile, şansının farkına varmadığı zamanlar oluyor diye düşünüyorum.



Uzun lafın kısası 'En iyi özgün senaryo' dalında Oscar almış bir film olan Her-Aşk teknolojik alışkanlıklarımızı bir parça sorgulamamızı sağlayan, biraz karamsar ama çok ilginç bir film. Farklı bir şey seyretmek istiyorsanız şiddetle tavsiyedir :)


25/04/2014

Hırsız Polis / Gerçek Aşk, İmkansız Aşk, Yasak Aşk AMA AŞK ♥♥♥



Hırsız Polis: Yakışıklı bir polis, güzel bir hırsız arasındaki imkansız aşkı anlatan, 2005 yılında başlayıp, 2 sezon sonra 2007 yılında sona eren Türk Tv tarihinin en özel dizilerinden biriymiş. Neden -miş- li konuşuyorum çünkü bu diziyi zamanında izlemediğim için büyük bir pişmanlık duyuyorum. Ben o grubun üyesiyim. Biliyorsunuz hani 'Ben Türk dizisi izlemem yeah' tayfasından. Bu düşüncemi değiştiren bir kaç dizi oluyor ara sıra. Ama genelde beğendiğim diziler ya bir süre sonra saçmalıyor, ya da yayından kaldırılıyor.


Hırsız Polis yayınladığı dönemde izlemedim çünkü o zaman hayatımda başka bizi dizi vardı :) Onun içindeki aşk biraz daha absürd ve komedi unsurları içeriyordu. Anladınız mı hangisi olduğunu? Hı hı evet o pembe dizi.


Hırsız Polis zamanında reytingleri alt üst etmedi belki ama çok özel, çok rafine bir izleyici kitlesi vardı. Ben bu kadar güzel bir aşk hikayesi olduğunu bilseydim hiç burun kıvırır mıydım? İşte hayatta ne büyük konuşsam başıma geliyor. La Fea Mas Bella-Çirkin Betty için de izlemem demiştim, alay etmiştim ama müptelası oldum sonradan.

Gözleri aşkla bakan, sevdiğinin içine işleyen bir adam. Kalbinden taşan duyguları bakışları ile dışa vuran. Bu adam bu kadını çok seviyor dedirtten bir aşık. Timuçin Esen'in müthiş oyunculuğu elbette karaktere tekrar, tekrar aşık olmamızı sağlayan bir unsur. Oyunculuğunu 'aşık bakan adam' rolüne indirgemiyorum elbette. Yine de bu bu duyguları samimiyetle izleyiciye aktarmak da büyük başarı diye düşünüyorum.




Çınar polis... Mavi hırsız... İmkansız bir aşk. Olmaması gereken bir beraberlik. Ama bu iki insanın yolları bir yerde kesişiyor. Ben  çok dizi izledim, çok sevdiğim karakterler oldu. Sevmesi kolay karakterlerdi belki de. Hırsız&Polis her bölümünde buram buram aşk kokan, yardımcı oyuncular dahil bütün kadronun oyunculuklarını konuşturduğu özel bir dizi.




Çınar, Maviyi koyu mavi bir derinlikten çıkardı. Var olduğunu bile bilmediği duygularını uyandırdı. Aşkı bir lüks gibi gördüğü yaşamında, bir çınar gibi gölgesini serdi üzerine. Canı pahasına korudu, deli gibi kıskandı. Bütün varlığıyla sevdi Mavi'yi. Aşk insanı duvara çarpar.... İnandığın bütün değerler, bildiğin bütün doğrular şekil değiştiriverir. Mutlak doğru diye bir şey var mı? Adalalet gerçekten bütün insanlar için eşit mi işliyor? Çınar doğru bildiği her şeyi tek, tek sorguladı Mavi ile beraber.


İmkansız aşk mı? Belki ama ben 'gerçek aşk' olarak tanımlıyorum Çınar ve Mavinin aşklarını. Aşk imkansız değildir. Koşullar imkansızdır belki ama kalbe söz geçebilir mi ki?

 'İnsan kalbindeki gerçek aşk, dört nala koşan bir at gibidir. Ne dizgin tutar, ne söz dinler'



Maço ya da sert karakterleri sevmem ben. Ama aşklarının zorluğu karşısında zaman zaman kontrolünü kaybeden Çınarı sevdim. Duygularıyla başa çıkamayan, sevdiğini yanında isteyen, deli gibi kıskanan Çınarın tutkulu hallerini sevdim. Bu dizi benim de ezberimi bozdu demek ki :)

 'Kelepçeliyim ben sana, yüreğimden ta derinden. Suçum da sensin, cezam da. Kaçıp gitme ellerimden.'




Özlem Düvencioğlu ne kadar güzel bir kız. Güldüğü zaman nasıl daha bir güzelleşiyor. Her iki oyuncu da klasik anlamda 'güzel' 'yakışıklı' değil belki. En azından ilk bakışta. Ama bakışlarıyla, duruşlarıyla baktıkça güzelleşen insanlar. Özlem keşke ekranlara dönse diyeceğim ama Timuçin Esen döndü de ne oldu? 7. bölümde dizi yayından kalktı. İzlemeye başlamamıştım. Kore dizilerinden alışkanlıkla bölümler biraz biriksin istedim. Ayrıca böyle bir sonun gelmesinden korktuğum için çok da bağlanmak istemedim diziye. Yazık oldu. H&P'den sonra hemen YouTubeda 'Parmaklıklar Ardında' dizisine baktım. Özlem Düvencioğlu kendi sesi ile oynamış. Çok da başarılıydı. Ne yapıyor acaba şimdilerde? Almanya'ya mı döndü? Bir daha görebilecek miyiz onu?

 



Timuçin Esen dağınık saçları, 'sıkıcı' kazaklarıyla Çınara hayat verdi. Ben o haliyle bile Biscolata erkeklerine 10 basar diye düşünüyorum. Güzellik sadece dışta değildir, ruhtan da yansır. İnsanın kendine özel bir ışığı vardır bazen ve öyle bir parlar ki, gözlerinizi alamazsınız.



Aksak'ın aşkını da görmezden gelemeyiz elbette. Marazi bir aşktı onunkisi. İmkânsız aşk asıl onun yaşadığıydı. Yıllarca kimselere bakmayan sevdiği, benliğinin tüm hücreleri ile aşık olunca, neye uğradığını şaşırdı Aksak. Nasıl davranacağını, nasıl tepki vermesi gerektiğini bilemedi. Onunki de gerçek aşk belki, ama imkânsızdan da öte, hiç bir zaman karşılık bulamayacak bir aşk. Bütün dizi boyunca en sevdiğim replik Aksakla, Yakup arasında geçen diyalogdur. Uğur Yücel'in ne kadar muhteşem bir oyuncu olduğunu söylemeye gerek var mı?


 


Yakup: Bırak inadı aksak, imkânsızı istiyorsun!
Aksak: Bak Yakup, arkadaşım benim! Seninle benim aramızdaki fark ne biliyor musun?
Ben bu Mavi’ye lehimliyim ya hayata lehim...
Sen buna diyorsun ki inat, ben diyorum basiret
Sen diyorsun duracağın yeri bil, ben diyorum bildiğim ne varsa unuttum!
Sen diyorsun imkânsız, ben diyorum aşk... !


Aslında dizide pek çok mantık hatası, senaryoda aksayan yerler mevcut. Ama Çınar ve Mavinin aşkının büyüsüne kapılıp, o koca mantık hatalarını görmezden geliyorsunuz :) Funda Arar ve Cem Yıldız'ın seslendirdiği 'İmkansız Aşk' 'Kelepçeliyim Ben Sana' şarkılarıda diziden sonra bile unutulmayanlar arasında.




 

' ...Bir dikili ağacın olsun istedim. Şehirden kaçalım biraz toprağa basalım istedim. Madem bir çiçeğim var bahçesi olsun istedim. '




Sevenler kavuşursa mutlu sondur benim için. Aksak ve Arıza'nın gidişleri bizi üzse de, aslolan Mavi ve Çınarın birlikte kalmasaydı. 7 yıllık dizinin Spoileri olmaz artık. O yüzden anlattıklarıma bakıp, izlememezlik yapmayın. Beraber oldukları her kare aşkın başka bir halini yansıtıyor. Benim bu ara tam da böyle bir hikayeye ihtiyacım vardı. Bahar geldi ya ondandır belki :) Ama çoook güzeldi diyorsam, bir bildiğim vardır. Ben herşeyi beğenmem bilirsiniz. Diziyi online bulabilirsiniz NetD de hem yüksek, hem düşük kalite oynatma seçenekleri mevcut.

Benim için Mavi ve Çınar bir yerlerde gerçekten yaşıyor. İngiltere'de belki, belki uzak bir sahil kasabasında. Bir kızları var mavi gibi kıvırcık, gülüşü etrafı aydınlatan. Çınar gibi bir oğulları var, cesur, afacan, gözleri ile konuşan. Aşkları zamana yenik düşmemiş. Çocuklarıyla, sevdikleri ile kendilerini sevenlerle birlikte çoğalmış. Ulu çınarlar gibi kök salmış. Onlar orada bir yerdeler ve yaşadıkları bütün acıları geride bırakarak, çok mutlu bir hayat sürüyorlar.



 

Siz hiç Hırsız&Polis izlediniz mi? Ben izledim. ERİDİM...


18/04/2014

Frozen -Karlar Ülkesi-


Küçükken birbirleriyle çok iyi anlaşan iki kardeş Elsa ve Anna birgün oyun oynarken Elsa'nın güçlerini kontrol edememesinden dolayı Anna yaralanır ve Kral ve Kraliçe onu büyü yapan cücelerin yanına götürür. Cüceler sihirin kalbe gelmediği sürece çıkarılabileceğini söylerler. Anna'yı iyileştirirler fakat zihninden Elsa ile geçirdikleri güzel anıları siler. Yıllar geçer ve büyürler. Kral ve Kraliçe geçirdikleri bir kaza sonucu ölür. Birkaç yıl sonra Elsa büyür ve Arendelle Kraliçesi olmak için ülkede Taç Giyme Töreni düzenlenir. Yıllar sonra ilk defa sarayın kapıları açılır fakat törende Anna ve Elsa'nın kavgası sonucu herkes Elsa'nın güçlerini öğrenir. Elsa ülkeyi terk eder. Macera da burada başlar. (Alıntıdır)


Çizgi filmlerin çocuklar için olduğunu düşünenlerden misiniz? Ben değilim. Diziler televizyonları bu kadar esir almamışken, tatillerde çizgi filmler gösterilirdi. Ben de onları büyük bir keyifle izlerdim. Hatta erken kalkmaktan hoşlanmasam da, Şeker Kız Candy, Lady Oscar gibi animeleri izlemek için sabah uykumdan feragat ettiğim zamanlar olmuştur.



En iyi animasyon dalında oscar alan Karlar ülkesi bir Disney filmi olarak, Disney'in o alıştığımız sıcaklığını ekrana taşıyor. Bir dakika sıcaklık mı dedim ben? :) Pek 'sıcak' bir film olmadığı başlıktan belli zaten :D Ama siz anladınız beni. Elsa sürekli gücünün fark edileceği korkusuyla yaşıyor. Bu korku onu daha içe kapanık biri yapıyor. Aynı zamanda sahip olduğu farklılığı kabul edemediği için de kontrol etmekte zorlanıyor.

Gücünü kucaklayıp, yapabileceklerini gördüğünde zincirlerini kırıyor. Bu sahneler öyle güzel anlatılmış ki, elbisesinden yürüyüşüne kadar içinde yansıyan enerji, dışarıya taşıyor. Kendini ve çevresindekileri korumak için kendini buzdan bir kuleye hapseden Elsa, yalnızlığı hem bir ceza, hem bir kurtuluş olarak yaşıyor. İyi güzel de, kızcağız bütün gün o buzdan şatoda ne yapıyorsun ki sen? Sıkılmaz mı insan? Nereye kadar buzdan oyuncaklarla oynacaksın? :)

Son zamanlarda filmler de ve animasyonlarda bağımsız, güçlü kadın profilleri görüyoruz. Bu Karlar Ülkesi/Frozenda da böyle. Ülkenin Veliahtı iki kadın. Kurtarılmaya ihtiyaç duymayan, özgüvenli, cesur ve özgür ruhlu biri. Fedakar, güçlü, sessiz ama iradeli bir  diğeri.



Film hakkında bazı enteresan bilgiler.



  • Elsanın buzdan şatosunu çizmek için 50 kişi sadece görsel efektler üzerinde çalışmış. Yönetmene göre bu iş neredeyse sonsuza kadar sürecek gibiymiş.

  • Sahneye ve açısına bağlı olarak, tek bir sahne için  4.000 bilgisayar 30 saat süren bir çalışma gerçekleşmiş.

  • Filmin gelişmesi ve ilk yapım aşaması 4 yıl sürmüş ama hikayenin tam anlamıyla netleşmesi ve hayata geçmesi 1.5 yıl önceye dayanıyormuş.

  • Olaf; Anna ve Elsa'nın çocuklarının ve çocuk masumiyetlerinin karışımı bir sembol.

  • Filmdeki kostümler için 1800'lü yılların modasında esinlenilmiş.


Görsel ve teknik olarak başarısı ödüllerle taçlandırılmış bu duygusal animasyon, her yaştan izleyiciye hitap edebilmesi açısından da, artı bir övgüyü hak ediyor. Filmin müzikleri ise kendisi kadar iyi. Türkçe versiyonu çok beğenmedim ama orjinal versiyonu ve İspanyolcası çok hoşuma gitti. Annayı Kristen Bell, Elsayı İndina Mendez seslendiriyor.


Özetle beğendim ve fırsatınız varsa büyük ekranda izleyin diyorum :) Ve işte o muhteşem şarkı.