24/02/2009

Lee Seo Jin, Gong Yoo ve Hayalimdeki Seneryo

Günlerdir aklımda olan pek çok kişinin saçma bulabileceği bir düşünceyi paylaşmak istiyorum. En nihayet cesaret edebildim yazmaya. Zaten Gong Yoo yu yeni bir yazı konusu yapmak için bahane arıyordum. :) Beni bilen bilir (bilmeyende yakında öğrenir) hayatım boyunca pembe dizileri hafiften aşağı görmüş ama göz ucuyla izlemekten de geri kalmamışımdır. :) Bundan yaklaşık 2,5 yıl evvel Meksika'nın 'Çirkin Betty versiyonunu gördüm ve vuruldum. Sen misin alay eden Allah çarptı işte.  Neyse bunun Gong Yoo (-ki bundan sonra kendisi 'Gülüşü içimizi ısıtan adam' olarak anılacaktır :) ) ve Lee Seon Jin (-ki bundan sonra kendisi 'gamzeli gangster' olarak anılacaktır.) ile ne alakası var diyeceksiniz. Güneş altında yayınlanan tüm 'Çirkin Betty' versiyonlarını izlemeye çalışan biri olarak. Asya'nın doğru düzgün bir adaptasyonu olmaması beni hayli üzüyor. Vietnam, Filipinler ve Çin  versiyonu var ama hiç birini beğenmedim. Hayalim şudur: Güney Kore'nin birbirinden yakışıklı bu iki aktörü aynı projede buluşsa,  bu da 'Kore Çirkin Bettysi' olsa.

Lee Seon için Don Fernando rolü mükemmel olur. Kendisini hem sevip hem de aynı anda nefret edebiliriz. Çapkın, sadakatsiz, playboy Don Fernando'nun nasıl değiştiğini ve o 'çirkin kıza' ne kadar âşık olduğunu  tüm o duyguları Lee Seon'dan daha iyi kimse yansıtamaz. Üstelik çok yakışıklı olduğu da bir gerçek.  Loversda ki rolüyle bir adamın hem buz gibi görünüp hem de içten nasıl alev alev yanabileceğini gösterdi bize.

Gong Yoo yani 'gülüşü içimizi ısıtan adam' da onun en yakın arkadaşı tüm çapkınlıklarında yanında yer alan kendisi de en az onun kadar çapkın olan Don Omar'ı oynasa. Orijinal versiyondakinin aksine Meksika adaptasyonunda Omar da değişip daha iyi bir adam oluyor.  Yani hikâyeyi bilmeyenler için söylediklerim saçma sapan gelebilir. Sil baştan anlatmaya da benim halim yok.  O yüzden bilenler bilmeyenlere anlatsın bir zahmet :) Güney Kore civarlarında sesimi duyan olsa, bu iki yakışıklıyı aynı dizide oynatsa ne güzel olur. Tadından yenmez valla :) Hatta reyting rekorları bile kırar.

Düşüncesi bile beni heyecanlandırıyor. Ne olur, ne olur altıncı hissi kuvvetli bir yönetmen beni duysun ve bu işe bir el atsın :)

17/02/2009

Boys Before Flowers /Büyük Aşklar Nefretle Başlar



Kore yapımı başka bir dizi daha beni benden aldı bu aralar. Boys Before Flowers. Beatles kılıklı takım elbiseler içinde gezen 4 tane oğlan çocuğunun hikâyesi Aslında ilk versiyon Taiwan yapımıymış. (Meteor Garden) Daha sonra Japon (Hana Yori Dango) versiyonu çekilmiş ve çok popüler olmuş. İlkine şöyle bir göz attım. Yanlış anlaşılmasın ama ne dil nede oyuncular hoşuma gitmedi.  Japon versiyonunu izledim fena değildi. Başrol oyuncusu kızı çok sevdim ama Kore versiyonu beni ekrana bağladı. Koreli oyuncular çok daha güzel bence.

Dizinin konusu kısaca şöyle. Jandi orta halli hatta fakir sayılabilecek bir ailenin kendi halinde kızıdır.  Ailesi Shinwa denilen zengin çocuklarının gittiği bir okulun yakınlarında kuru temizlemeci işletmektedir.  Tabiiki her okulda olduğu gibi bu okulda da belalı birer erkek ve kendini beğenmiş bir kız grubu vardır. Kendilerini kısaca F4 ( Flower 4/Çiçek dörtlüsü) adlandıran bu grup Kore'nin en zengin ailelerinin biricik oğullarıdır. Gel görki hepsi bir şekilde sorunludur.  İçlerinde en sorunlu olan da grup lideri Goo Joon Poo dur.  En ufak bir şeyde sinirlenen kibirli, asabi bir çocuktur. F4 den birine özellikle de Goo Joon Pooy'a saygısızlık yapan biri ölüm fermanını imzaladı demektir. Dolabına bir kırmızı kart konur ve bütün okul tarafında bitmek bilmeyen işkencelere maruz kalır.

Bu işkenceler zaman zaman sadece 'rahatsızlık verme' sınırının aşabiliyor. Öyle ki psikolojisi bozulan bir öğrenci kendini okulun çatısından atmak ister. F4 ün Jan Di ile yollarının kesişmesi de yine bu olaya bağlantılı olarak gerçekleşir. Çocuk kendini atacakken Jan Di onu son anda yakalar ve bir anda bütün  basın ondan kahraman olarak söz etmeye başlar. Bu olayın akabinde 'gizemli' bir sponsor Jan Di'yi bu sadece zengin çocuklarının gidebildiği Shin Hwa Koleji'ne kaydettirir. Jandi önce istemese de ailesinin tepkisi ve tabiiki okulda sunulan imkanlardan ötürü fikrini değiştirir ve okula başlar.

Okul ve F4 ile ilgili anlamadığım bir kaç şey  var. Neden kimse bu 'popüler' çocukların işkencelerine karşı durmaz? Bir de dikkatimi çeken bir şey var kızların okul formasının eteği süper mini. Vallahi abartmıyorum.  Biz lisedeyken o etek boyları yüzünden az çekmedik. Biraz dizin üstünde diye azarlananlar mı istersin, oradan buradan çekiştirerek uzatmaya çalışanlar mı istersin. Biz de olsaydı bacaklarımızı kırarlardı öğretmenler :) Yalnız allah için kızların hepsinin vücutları çok düzgün ve yakışıyor mini 'forma' onlara. Bir şey daha var bu çocuklar ayrı bir ofiste ders alıyor. Ayrı bir bölmede yemek yiyor. Madem bu kadar özelsiniz, oturun evinizde özel ders alın en iyi hocalardan. Diploma nasıl olsa bir şekilde alınır öyle değil mi?


Neyse konumuza dönelim.  Jan Di bir şekilde okula başlar ve en baştan beri sinir olduğu bu gruptan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışarak hayatına devam eder. Tabiiki  bu imkansızı başarmak gibi bir şeydir. Eğer uzak durabilseydi  dizi başlamadan biterdi öyle değil mi? Biz soluklarımızı tutmuş acaba ne zaman arıza çıkacak diye beklerken senaristler bizi fazla bekletmeden Jandi ve Goo Joon Pyoo'yu karşı karşıya getirir. Olay çok çok kısaca şöyle gerçekleşir: Jandi'nin arkadaşı Goo Joon Pyoo'nun üzerine dondurma düşürür. Bizim asabi ve de yakışıklı oğlan sinirlenir Jan Di de arkadaşını savunur veeeee ertesi gün dolabında kırmızı bir not bulur.

Bütün okulu bir anda karşında bulan Jan Di kolay lokma olmadığını kanıtlar. Bir süre sonra bu ‘hayatını zindan edeceğim’ tavırları Goo Joon Pyo’nun kızdan hoşlandığını anlatma şekline dönüşür. Tabiî ki henüz kimse bunu bilmez. Aslında tüm o şiddeti, hiddeti de yine sevgisizliğin ve ilgisizliğin getirdiği boşluğu kendince kapatmak için. Bütün hayatı boyunca ‘evlat’ değil aile şirketinin varisi olarak görülmüş bir erkek çocuğu düşünün, sürekli çalışan ve ‘cadı’ sıfatını sonuna kadar hak eden bir anne ile çoğu zaman yalnız olarak büyüyen bir çocuk elbette ki asabi ve hırçın olacak. Başka ne beklenir ki. Hani ilkokulda ya da anaokulunda bazı çocuklar vardır. Belli bir kızla sürekli uğraşırlar. Bu çocuk ya kızın saçını çeker ya çelme takıp düşürür, mutlaka ve mutlaka ağlatır. Aslında tüm yapmak istediği dikkatini çekmektir. İlgi çekmenin başka bir yolunu bilmediği içinde can yakar. Goo Joon Pyo da tam böyle bir çocuk. Her yeni işkencede ağlayarak yanına gelmesini beklerken Jan Di her seferinde bütün tacizlere yılmadan karşı durur. Bu da Goo Joon Pyoo’nun ondan daha çok hoşlanmasını sağlar. F4 e kafa tutan ilk kişi olan Jan Di F4’ün iki üyesinin birden kalbini çalmıştır.
Bu çocukların hepsi aslında bir derece yalnız ve sorunludur ama her birinin de ayrı bir yeteneği vardır. Jan Di’nin kurtarıcı prensi, her başı sıkıştığında koşup kurtaran Yoon Ji Hoo keman çalıyor. Jan Di ile aralarında bir yakınlaşma olduğunu da dip not olarak belirteyim. Yakışıklılığıyla kadınların kalbini çalan So Yi Jung başarılı bir seramik sanatçısı. Bu oyuncuya bakarken ‘Allahım ne hoş çocuk’ diye diye izliyordum. Bir bakayım dedim neyin nesiymiş. 89 doğumlu olduğunu öğrendim, yıkıldım. Çok küçük daha. Ama çok yakışıklı. Bunların en büyüğü 23 yaşında. Hepsi çok yakışıklı.. Bu arada Flowers 4 (Çiçek dörtlüsü) ‘çiçeklerden daha güzel’ çocuklar oldukları için bu ismi almışlar. Doğru söze ne denir :)



Jan Di ile bir ilişkiye başlayan Goo Joon Pyo’u izlerken bu kadar ‘öfkeli’ bir çocuğun aslında çok kırılgan ve sevgiye aç olduğunu görüyorsunuz. Açıkçası böyle bir çocuk nasıl bu kadar tutkulu sevebilir diye ben de şaşırdım. Sadece o değil elbette, buz gibi görünen Yoon Ji Hoo’nun aslında ne kadar sadık ve iyi kalpli biri olduğunu fark ediyorsunuz. En azından ben öyle düşünüyorum. Kazanova So Yi Jung’un aslında gerçek aşkı bulamadığını belki de geçmişte bir kalp kırıklığı yaşadığını, grubun en sessiz üyesi Song Woo Bin’in arkadaşları için her türlü fedakârlığı yapabileceğini görerek bu çocuklara başka bir gözle bakıyorsunuz. O kadar sevimliler ki zengin züppe olarak değerlendirmek çok zor. İzleyin pişman olmazsınız diyorum.  Türkçe  alt yazılı izlemek için buradan (ilk 9 bölüm) İngilizce alt yazılı izlemek istiyorsanız buradan (yayınlanan 13 bölüm) bulabilirsiniz.

16/02/2009

Anna Maria Orozco


4 Temmuz 1973 Kolombiya/Bogata doğumlu. Yengeç burcu. 1.83 boyunda. Evli ve bir kız çocuğu annesi.

Gözümüzüm gördüğü ilk 'Çirkin Betty' dir. Kariyerinde en büyük çıkışı 'Betty La Fea' ile yakaladı. Bizde de hem 'Çirkin Betty' hem de dizinin devamı olan Ecomoda Show Tv de yayınlandı ve her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de çok sevildi. Dizinin ve Anna Maria'nın başarısından sonra dünyada hemen hemen her ülke kendi versiyonu çekti ve çekmeye devam ediyor. Betty yayınlandığında yıllardır oyuncu olmasına ve ablası Veronica da ünlü (ve ödüllü) bir oyuncu olmasına rağmen Anna Maria kimse tarafından tanınmıyormuş. Üç kuşak oyuncu bir aileden gelen Anna Maria bu aralar Desperate Housewives dizisinin Kolombiya versiyonu olan 'Amas de Casa Desesperadas' da Susanı canlandırıyor. Anna Maria'nın dizisinden (Amas de Casa Desesperadas) bir bölüm izledim. Bence en az orjinal Susan kadar başarılı. Kolombiya da başka kimse Susan olamazdı bence. Zaten haberi okur okumaz kesin Anna Maria Susanı oynuyordur demiştim. Sanıyorum dizi sona erdi Kolombiyada. En son Cupido diye bir dizide yer alacağını okudum. Tam emin değilim hayattayken boşanma avukatı olan bir kadın ölür ve cehenneme gider. Neden bilmem ona ikinci bir şans ya da görev verilir. Bir düğün organizatörü ile birlikte 'çalışmaya' zorlanır. Şimdi yeni misyonu çiftleri bir araya getirmektir. Dizinin çekim ya da yayın tarihi henüz belli değil. Ancak Ana Maria'nın yeniden pembe dizi sektörüne dönecek olması sevenlerini hayli heyecanlandırmış.

.Yer aldığı projeler:

Amas de Casa Desesperadas (Colombia)"...."Susana Martinez"
"Mujeres Asesinas" (Episode 2x30)...."Mara"
Ratón Pérez, El (2006)
Colombian dream, El (2005) .... Nicole
"Eco moda" (2001) series .... Beatriz Aurora 'Betty' Pinzon de Mendoza
"Yo soy Betty, la fea" (I ** Betty, the ugly) (1999) series .... Beatriz Aurora 'Betty' Pinzón Solano
"Perro amor" (1998) series .... Verónica Murillo
"Flor de oro" (1995) series .... Anita
"Tiempos difíciles" (1995) series
"Potra zaina, La" (1993) series .... Magdalena Ahumada
"Señora Isabel" (1993) series
"Almas de piedra" (1992) (mini) series
"Sangre de lobos" (1991) series
"Imaginate (series)" (1987) (mini) series
"Pequeños gigantes" (1983) (mini)

Dizinin yaratıcı Fernando Gaitan ve Ana Maria


Ana Maria ve kızı


Amas De Casa Desepredas

İlginç bir bilgi. Ana Maria dizide gay tasarımcı Hugo Lombardiyi canlandıran Julián Arango ile evliymiş ancak dizi devam ederken ayrılmışlar. Gerçekten güzel bir kadın değil mi?

14/02/2009

Jaime Camil- Latin Ateşi

Photobucket

Tam adı: Jaime Federico Said Camil de Saldaña Da Gama 22 Temmuz 1973 Mexico City/Meksika doğumlu. Babası ünlü bir işadamı. Jaime Camil Garza Mısır Kökenli. Annesi Brezilyalı şarkıcı-ressam Cecelila Saldaña Da Gama.

Pek çok dizide ve filmde rol almıştır. Ana dili İspanyolcanın yanı sıra İnglizce, Portekizce ve Fransızca biliyor. Kendisini Meksikanın Çirkin Betty (Betty La Fea) versiyonu olan La Fea Mas Bella ( En Güzel Çirkin) dizisi ile tanıdım. Sabahın köründe kalkıp işe geç kalmama sebep olan kişidir kendisi. Hayat felsefesini: Dürüstlük, çok çalışmak ve insanlara saygı olarak özetliyor. Katolik olmasına rağmen Budizm gibi Uzakdoğu inançlarıyla bir hayli ilgilidir.

Jaime Camil sadece iyi bir oyuncu değil aynı zamanda başarılı bir şarkıcı. Kariyerinde üç tane solo albümü var. Para Estar Contigo, Una Vez Mas, Jaime Camil Vol 3. Jaime, ailesinin tüm imkânlarına rağmen onlardan yardım almayı reddederek kariyerinde kendi başına ilerlemiş ve kendini ispat etmiştir.

Elbette en büyük çıkışının Meksika’nın Çirkin Betty versiyonu ile yaptı. Bu başarıda başrol oyuncusu Angelica Vale ile aralarındaki müthiş uyum ve kimyanın da etkisi çok büyük elbette. Bütün o öpücükleri, tutkuyu, aşkı o kadar güzel yansıttılar ki ben diziye ve karakterlere âşık oldum. Ne yazık ki ülkemizde sadece 110 küsur bölüm yayınlandı ve lanet kanal yeni bölümleri almadı. Beddualarım her zaman Kanal D iledir.
Photobucket

Hayatımda çok dizi izledim, çok romantik sahne gördüm ama hiçbirinden Lety ve Fernando’dan etkilendiğim kadar etkilenmedim. Hiçbir yabancı oyuncuya bu kadar hayran olmadım. Meksika’nın yanı sıra Yunanistan, Filipinler, Brezilya, İspanya, Türkiye, İsrail, Sırbistan, Avustralya, Panama ve diğer Latin Amerika ülkelerinde de gösterilen La Fea Mas Bella Jaime Camil’e dünyanın dört bir yanından hayranlar kazandırmıştır. Bu esnada egosunun hafiften tavan yaptığını da söylemek isterim.

Meksika Televizyonunda 7 ay sürmesi planlanan dizi elde ettiği büyük başarıdan dolayı 1 yıl 2 ay devam etmiş ve finali izlenme rekorları kırmış, 1999 da yayınlanan Meksika – Brezilya maçından sonra en çok izlenen yapım olarak tarihe geçmiştir. O ‘çirkin’ kızı öpmek için daha doğrusu bu öpücüğe katlanabilmek için sarhoş olan adamın daha sonra tek istediği şeyin aynı kadından küçük bir öpücük olması da ayrıca ironik. Don Fernando’nun Lety için döktüğü gözyaşları sel oldu aktı. Jaime Camil bu duygu geçişlerini o kadar güzel yansıttı ki biz de onla birlikte eriyip bittik. Oyunculuk budur benim gözümde diziyi internet üzerinden İspanyolca bilmeden izledim ama her şeyi anladığımı söyleyebilirim. Orijinalini (Kolombiya) ve diğer versiyonlarını da izlediğim halde hala Jaime’nin ve tabiî ki Angelica’nın performansının üzerinde bir oyunculuk görmedim. Elbette ben bu iki oyuncuya çok hayran olduğum için objektif olamayabilirim.

Yazıya resim eklemek için arşivimi tararken, bir türlü resim beğenemedim. Hem herkes beğensin istiyorum Latin ateşimi hem de beğenince kıskanıyorum. Psi Psi kopatım :) Sanırım bu kadar yeter biraz daha yazarsam kitap olur :P


10/02/2009

Gong Yoo Gülüşü içimizi ısıtan Koreli

Image and video hosting by TinyPic

I Love YOO


Uzak doğu dizilerine merak salmam yıllar önce Japon yapımı ‘Sabır Çiçeği Oşin’ adlı dizi ile başladı. O zamandan 2008’in Ocak ayına kadar başka hiçbir uzak doğu yapımı izlemedim. Geçen yıl TRT de yayınlanan Saraydaki Mücevher dizisine şöyle bir göz atayım derken, kendimi dizinin müdavimleri arasında buldum ve o gün bugündür bu alanda en iyi olan Kore dizilerini takip ediyorum.

Çok değil yaklaşık 1,5- 2 ay önce internette gezinirken sevgili Ofori’nin bloguna rastladım. Dizi tanıtımları içerisinde Coffee Prince adlı dizinin incelemesini okudum. Çok merak ettim ve kaderin ağlarını ördüğünden habersiz izlemeye başladım. Gong Yoo denen sevilesi varlığı ilk kez bu dizide gördüm. Hyan Kul karakteri, genç, yakışıklı biraz da hercai gönüllü bir erkek. Henüz büyümemiş, gözlerinden muzırlık akan bir oğlan çocuğu edasında kendini tanıtıyor bize. Dizi ile ilgili çok fazla yoruma girmek istemiyorum çünkü Coffee Prince ile ilgili ayrı bir inceleme yapmayı planlıyorum.


Pek çok kişiye göre çekik gözlü tüm insanlar birbirlerine benzer ve hepsi kısaca dünyada en çok bilinen Asya’nın en güçlü ve en popüler iki ülkesinden birinden ya Çinli ya da Japon’dur. Dünyayı Amerika, Amerika’yı da Hollywood’dan ibaret sayan zihniyet için benim Gong Yoo hayranlığım bir mana ifade etmeyebilir. İtiraf ediyorum ki bende Kore’de bu kadar çok yakışıklı aktör olduğunu bilmezdim (Lee Seo Jin, Jin Jin Hee, So Ji Sub vs) Gong Yoo'nun Asya’nın dört bir yanında hayranları var ama bilse Türkiye’de –sayemde- Güney Amerika’da da sevenleri var ne yapardı acaba? Duyduklarım daha doğrusu internetten okuduklarım mütevazı ve kendisine gösterilen sevgiyi sonuna kadar hak eden bir insan olduğunu söylüyor.


Gerçek hayatta sevdiği kadına nasıl davranır bilmiyorum ama Coffe Prince’de ki performansıyla hepimiz kendine hayran bıraktı. Güzeller güzeli Eun Chan iş bulabilmek için erkek kılığında dolaşırken sevimliliği ve azmi ile bizim adamı kendine âşık ediyor. Bu dakikadan sonra da karakterin kendi içinde ki mücadelesine tanık oluyoruz. Ben nasıl bir erkeği sevebilirim noktasından ne olursa olsun bu ilişkiye bir şans verelim noktasına gelirken Hyan Kul’un yaşadığı travmayı Gong Yoo’dan başkası bu kadar güzel yansıtamazdı diye düşünüyorum.


Bir sahnede de henüz sevdiği kişinin kız olduğu öğrenmeden önce çekiyor bunu bir kenara ve sarılalım diyor. Senin yüzünden dikkatimi toplayamıyorum bir kere sarılalım. Ben tabii ki erimiş bitmiş bir vaziyette gel ben sana burada sıkı sıkı sarılırım diyorum ama ne fayda sesimi duyan yok ha ha ha ha :)


Güney Kore’nin en en en sevimli ve en yakışıklı adamı şu sıralar 2 yıllık askerlik görevini tamamlamak üzere orduda bulunuyor. Bizde ki ünlüler askerlik yapmamak için yurt dışına kaçarken, o kariyerinin en tepesinde her şeyi askıya alıp vatani görevini yapmaya gitti. Çok ilginç. Aralık 2009 da terhis olacak ama o zamana kadar hayranlarına her akşam  saat 8 de radyo programı ile sesleniyor. Korece anlayanlar bir nebzede olsa hasret gideriyorlar. Peki ya biz? Ya biz? Biz de en iyisi toplu olarak Korece öğrenelim :)


Lisedeyken nereden konu açıldı hatırlamıyorum ama bir öğretmenimiz dedi ki: ‘Hayatınız boyunca hep yakışıklılığa mı prim vereceğinizi sanıyorsunuz, bazen bir gülüş bile sizi etkileyebilir’. Bu söz Gong Yoo’nun güzel yüzünde, insanın içini ısıtan sıcacık gülüşünde daha bir anlam buluyor. Bir insan hem bu kadar güzel gülüp hem de bu kadar yakışıklı olabilir mi? Oluyor işte. Yaradan verdimi bazen hepsini bir arada veriyor. :) Biz de dünyanın dört bir tarafında ki kadınlar olarak ağzımız açık biraz da ayıptır söylemesi salya akıtarak izliyoruz bu Kore’nin en çok beğenilen adamını.


Diziyi izlemeyenler için söylediklerimin bir anlamı olmayabilir. Önce Coffee Prince izleyin. Brezilyadaki arkadaşıma bile izlettim, O da diziye ve Gong Yoo’ya bayıldı. Kendi ellerimle kendime dünyanın öbür ucunda yeni rakipler yaratıyorum. Deli miyim neyim? : ) Gong Yoo’yu anlatmaya kelimeler yetmez, gülüşü, duruşu, bakışı her şeyi ayrı güzel adamın. Ne diyelim Allah her kadına böyle bir erkek nasip eylesin.

04/02/2009

Samantha Who




Dün tesadüfen diziport sitesinde gördüm bu diziyi. Bir bakayım neye benziyormuş dedim. Demez olaydım :) Chrsitina Applegate'in başrolünü oynadığı bu dizinin ilk sezonunu bitirdim. Konusu kısaca şöyle Samantha 30'lu yaşlarında, iyi bir işi ve geliri olan bir kadındır. Dışarıdan ne kadar güzelse, içinde de o kadar korkunç biridir. Bir gün yolda giderken araba çarpar ve 8 gün komada kalır. Hastanede yanı başında olan sadece annesi ve babası bir de 8. sınıftan beri görüşmediği bir kız arkadaşıdır. Görüldüğü üzere pek seveni olmayan biri Samantha.

Samantha 8 günlük komadan uyandığında geçmişine dair hiç bir şey hatırlamaz.  Bölük, pörçük hatırladıkları ve duyduklarından pek de iyi bir insan olmadığını farkeder. Kim olduğunu ve kendini yeniden keşfederken daha iyi bir insan olmak istediğine karar verir. Asıl soru şu: Hafızasını kaybetmiş olsa bile insan olduğundan farklı biri olabilir mi? Samantha için zor olsa da elinden geleni yapıyor diyebiliriz. Bir de özetde yazan ama henüz nasıl olduğunu anlamadığım bir durum var; geçirdiği kaza aslında bir 'kaza' değil başarısız bir cinayet teşebbüsüdür.

Hastaneden çıktıktan sonra iki yıldır konuşmadığı ailesinin evine taşınan Samantha bu süreçte kim olduğunu keşfetmeye ve anılarını hatırlama çalışır. Samantha'nın değişim çabası görülmeye değer, eğlenceli bir hikaye. Tabii burada anlatmadığım, eski erkek arkadaş ve kendisi gibi 'şirret' olan asıl en yakın arkadaşı Andreada diziye renk katan faktörlerden. Daha fazla anlatırsam Spoilera girer. En iyisi izleyin ve görün.

http://www.diziport.com/Samantha_Who_1_sezon-izle/

02/02/2009

Twilight Movie Komedisi

Image and video hosting by TinyPic


Sanırım 2 hafta önceydi. Arkadaşımla dünyayı kasıp kavuran Twilight kitabından uyarlanan filme gitmeye karar verdik. Aslında çok önceden karar vermiştik ama filmin vizyona girmesi, arkadaşımın işlerini ayarlayabilmesi derken sonunda filmi görebildik. İkimiz de kitabı okumamıştık ve Edward denen 'yaratık' konusunda kulağımıza gelenler dışında bir bilgimiz yoktu. Kitaba ve filme uzun süre mesafeli yaklaştım çünkü yeniyetme çağlarımı çoktan geride bıraktım. Açıkçası bana biraz ergenlik çağında ki genç kızların hezeyanı gibi geldi.  Buna rağmen bu Edwardmania çılgınlığına fazla uzak kalamadım.

Nereden başlasam, nasıl anlatsam bilmiyorum. Filmi yapanlar 21. Yüzyılın teknik imkanlarından haberdar değiller sanırım. Hayatımda izlediğim en  kötü uyarlamaydı diyebilirim. Anladık Edward soluk yüzlü bir vampir. Herkesten daha beyaz olması gerekiyor ama bu kadar kötü makyaj yapılmaz ki. Film boyunca Edward'ın dudaklarındaki kırmızı rujdan kendimi alamadım. Markasını merak ediyorum. Çünkü çok beğendim aynısından istiyorum :) Sadece bu da değil, görsel efektlerde yerlerde sürünüyordu. Filmin ilk yarısı boyunca güldük. Arkamızda oturanlar da güldü. Filmin sonuna kadar dayandıysak eğer paramız ziyan olmasın diyedir. Bu da böyle biline.

Oyunculuklara gelince Edward Cullen'ı canlandıran aktör Robert Pattinson fena değildi. Hatta seksi ve yakışıklı bile diyebilirim. Ancak Kristen Stewart için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Vasatın da altında bir oyunculuk sergilemiş.  Bildiğim kadarıyla Bella içe dönük, öyle top model güzelliğine sahip olmayan ama kendine has bir çekiciliği olan bir karakter. Bu kız ne güzel, ne de iyi bir oyuncu.

Filmi yapanlar izleyen herkesin kitabı okuduğunu varsaymışlar.  Öyle olmasa, hikaye de bu kadar boşluk olmazdı. Ne zaman? Nasıl oldu da bunlar birbirlerine aşık oldu? Jacob kim? Kurt adamlarla vampirlerin arasında ki mevzu nedir? Filmi izleyen ve kitabı da okuyan başka bir arkadaşım filmin kitapla birebir örtüşmediğini söyledi. Sahneler farklı yerlerden alınmış. Örneğin kitapta bir orman sahnesi yokmuş. O meşhur konuşma başka bir mekanda geçiyormuş. En iyisi kitabı okumak dedim. Yine bir arkadaşım 'şiddetle' tavsiye ederek bana e-book ları yolladı. İlk kitap Türkçe diğerleri İngilizce. Bakalım okuyup bitirince bende Edward diye yollara düşecek miyim? Film ile ilgili Beyazperde de çok beğendiğim bir yazıyı sizinle paylaşmak istiyorum.



01/02/2009

Şeker Portakalı/O Meu Pe de Laranja Lima

Image and video hosting by TinyPic

'Günün birinde acıyı keşfeden küçük bir çocuğun öyküsü.'

Bu kitabı ilk okuduğumda çok küçüktüm. Aslında ben okumamıştım. Benden yaşça epey büyük olan ve bana kitap okumayı sevdiren kuzenim okumuştu. Daha sonra kendim okudum. Okudum ve ağladım. Zaman geçti biraz büyüdüm, tekrar okudum ve tekrar ağladım. O gün bugündür ne zaman okusam ağlarım. Hayatım boyunca beni en çok etkileyen ve en çok sevdiğim kitaplardan biridir.

Zeze henüz 5 yaşında çok fakir bir ailenin zeki ama bir o kadar da haylaz çocuğudur. Yaptığı yaramazlıklar bütün mahalleyi canından bezdirmiştir. Her yaptığı yaramazlıkda büyükleri tarafında dayakla cezalandırılır. Aslında Zeze sadece ilgiye ve sevgiye aç küçük bir çocuktur. Ancak ailesinin karnını zor doyurduğunu ve 5 kardeş olduklarını hesaba katarsak bu ilgiden ve sevgiden payına düşeni alamadığı görmüş oluruz.

Yaramazdır belki ama ince ruhludur Zeze, hassastır ve içinde kimsenin barındıramayacağı kadar çok sevgi vardır. Okulda diğer sınıfın öğretmenine bütün öğrencilerinin çiçek getirdiğini ama kendi öğretmeninin hiç kimseden çiçek almadığın görünce üzülerek ona çiçek götürür Ne var ki bu çiçekleri komşunun bahçesinden aşırdığı öğrenilince yine dayak yer.

Bu kitabı Jose Mauro De Vascencolos 12 günde yazmış ancak demiş ki ' Evet 12 günde yazdım fakat 20 yıl boyunca yüreğimde taşıdım' Sayesinde Latin Amerika'yı her daim merak etmişimdir. Benim için büyülü, gizemli bir yerdi Güney Amerika. Elbette zaman içinde yoksulluğun ve sefaletin en çok işlediği kıtalardan olduğunu öğrendim. Yine de neşeli, hayat dolu insanları bünyesinde barındıran, gidilesi, görülesi topraklardır diye düşünüyorum. Bir gün yazarla tanışmayı hayal ederken belki de ben bu kitabı keşfetmeden çok önce öldüğünü öğrendiğimde, yaşadığım hayal kırılığını anlatamam.

Zeze'nin hayal dünyası ve gerçek yaşantısı arasında ki uçurum ne kadar keskin olsa da; her şeye rağmen mutlu olmasını bilen bir çocuktu Zeze. Portuga'nın ona gerçekten sevgi ve şefkat gösteren ender insanlardan biri olması ve Zeze'nin hayatında onu konumlandırdığı yer çok etkiledi beni. Başta pek haz etmese de Portekizli bu adam zamanla Zeze için bir arkadaş, bir baba her şey olmuştur. Şeker Portakalı ağacının kesileceğini öğrendiğinde; Babası onu 'üzülme hemen kesmeyeceklermiş'diye teselli etmeye çalışırken; 'Benim Şeker portakalı fidanımı çoktan kestiler. Kesileli 1 haftadan fazla oluyor.' dediğinde, aslında kastettiği Portugaydı. Kitabın yazarın hayatından kesitler taşıması da, beni ayrıca etkilemiştir. En son sayfasında ki veda metni kelimesi kelimesi ezberimdedir hala.

'Yıllar geçti Sevgili Manuel Valaderes şimdi 48 yaşındayım. Özleminin arasında zaman zaman hep bir çocuk olduğum izlenimine kapılıyorum. Birden ortaya çıkacakmış bana artist resimleri ve bilyeler getirecekmişsin gibi geliyor. Hayatın sevilecek yanlarını bana sen öğrettin sevgili Portuga'm. Şimdi artist resmi ve bilye dağıtma sırası bende. Çünkü sevgisiz hayatın hiç bir anlamı yok'...

Henüz okumadıysanız bulun buluşturun okuyun. Ben çok sevdim ve herkese öneririm. Benim sahip olduğum baskı çok eski. Türkiye'de basılan ilk kopyalardan biri sanırım. Çok uzun zamandır Can Yayınlarından çıkıyor. Online satın almak isterseniz. Yenisayfayı öneririm.